Başarılarla bir yaş daha büyümenin mutluluğunu yaşıyoruz…
Gazeteniz Türkiye, medya sektöründeki müstesna konumuyla her zaman gıpta edilen bir yayın organı oldu. Ülkemizin büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı en zor zamanlarda bile, itidalli yayın politikasıyla, topluma güven telkin eden bir moral kaynağı oldu. Son bir yılda, bu durumun en çarpıcı örneklerini peş peşe yaşadık. Evet, Türkiye gazetesi sorumlu yayıncılık anlayışı ile toplumsal barışa daima büyük katkıda bulunuyor…
22 Nisan 1970’te, pek mütevazı ekonomik imkânlarla yayın hayatına başlayan Türkiye gazetesi, medya sektöründeki zorlu rekabet şartlarına rağmen, 48 yıl boyunca, istikrarlı ve kaliteli bir yayıncılık anlayışı ile Türk halkına başarıyla hizmet verdi
Adını güzel ülkemizin isminden alan, 48 yıllık tarihi boyunca bu milleti incitecek tek satır yazmamış olan bu gazetenin sloganı, okuyucusunun ona verdiği en değerli paye:
“Huzur Veren Gazete”
Çünkü bu gazete hiç tahrik, kavga ve kışkırtıcı haber peşinde koşmadı.
Prensibi net:
Büyüklerin küçüklere rahatça uzatabileceği bir gazete olmak…
Türkiye’de gazeteler ne yazık ki “muhalif olma” ya da “kavga ederek” prim yapma peşinde…
Huzur ve sükûnet arayan insanımız, medyanın oluşturduğu yüksek tansiyon sebebiyle her geçen gün gazetelerden uzaklaşıyor.
Gelişmiş ülkelerde 2 kişiye 1 gazete düşerken, nüfusu 80 milyona dayanan ülkemizde toplam gazete tirajı 4 milyonu bulmuyor… Yani 20 kişiye 1 gazete düşüyor.
Biz bu gerçeğin farkında olarak insanımıza istediği şeyi sunuyoruz; doğru haber, sağduyu ve huzur.
Sadece Türkiye gazetesi olarak değil, zengin ilim ve kültür hizmetleriyle de, ülkemizin müstesna bir yayın kuruluşu hüviyetini kazandı. Türkiye Çocuk dergisi ile büyüyen çocuklar, günümüzde yetişkin ve nitelikli, donanımlı insanlar olarak, bu ülkenin her yerinde ve her alanında çok önemli hizmetler vermekte...
Şunu önemle belirtelim ki, Türkiye gazetesi 48 yıl boyunca âdeta bir okul gibi, sayısız bilimsel ve kültürel yayın hizmetleri sundu. Gençlerimizin iyi yetişmesi için, gazetemizin verdiği seçkin kitap, dergi ve ansiklopedi ciltleri, bugün ülkenin dört bir tarafında evlerin kitaplığını doldurmaktadır. Büyük âlim ve rehber insanların hayatını doğru biçimde anlatan kasetler, bambaşka bir eğitim kaynağı oldu. Türkiye gazetesinin yayınladığı kitap, ansiklopediler, dergi ve yöresel ekler, başlı başına bir kütüphane teşkil edecek çaptadır. Türkiye Gazetesi Takvimi, keza her sene milyonlarca vatandaşımızın duvarında, masasında; dakik bir rehber misali, zamanını programlamaktadır.
Türkiye gazetesinin bugünlere gelmesinde en fazla emeği ve hizmeti geçmiş olan, her vakit en büyük fedakârlığı yapmış olan; müessesemizin kurucusu, merhum Dr. Enver Ören’i, bu vesile ile bir kere daha rahmetle ve şükranla yâd ediyoruz. Yarınlarımıza dönük olarak, Türk toplumuna daha iyi hizmetler vermek için, Ahmed Mücahid Ören’in önderliğinde, Enver Ağabeyimizin çizdiği istikamette yürümeye devam edeceğimize söz veriyoruz.
Hep beraber nice yıllara…
O BİR GAZETE DEĞİL BAYRAK
Sene 1970...
Anarşinin kol gezdiği yıllar…
İşçiler grevde, fakülteler işgalde, memurlar boykotta…
Tayyareler kaçırılıyor, mahkûmlar ayaklanıyor. TÖS gündem belirliyor.
Paşa’nın başı Ecevit’le belada. Oğlu Erdal ODTÜ’de, Deniz Gezmiş’leri ağırlıyor.
CHP, sol dernekler, İTÜ Mimarlık ve Mühendislik öğrencileri Boğaz Köprüsü’nü protesto ediyor.
Kütahya Gediz’de zelzele, bin ölü. Evlerin yüzde 80’i yıkılıyor, 90 bin insanımız sokakta kalıyor.
Nixon Vietnam’dan asker çekeceğini söylüyor, Apollo 13 uzaya fırlatılıyor. Soyuz II’deki kozmonotlar ölü bulunuyor.
Japonlar elektronik hesap makinesi yapıyor, Soljenitsin, Nobel alıyor. Sosyalist Polonya’da işçiler ayaklanıyor.
Libya’da Muammer Kaddafi, Suriye’de Hafız Esad darbe yapıyor. Bir muhtıra da Muhsin Batur’dan geliyor.
SAVAŞTAN ÇIKMIŞ GİBİ
Cağaloğlu İstanbul’un en berbat semti … Çöpler nadiren alınıyor, yollar sıkça kazılıyor.
Kıratçı Fahri pek ortalıkta görünmüyor. Sokaklarda derince kanallar, yağmurlu havalarda zemin cıvıyor.
Şimdi milyon dolarlara satılan binalar o zaman yarı metruk. Bodrumlarında Heidelberg’ler tepiniyor, çatılarda Juki’ler yırtınıyor.
Harabelerin bacaları çalışmıyor. Her camdan bir boru çıkıyor. Çingene sobalarında plastik parçaları, tokyo artıkları, kırpıntıları yakılıyor ve çok pis kokuyor. Ateşi düştükçe şöyle bir tiner gezdiriliyor. Ya parlarsa? Parlasın küflü duvarlar alev almıyor nasıl olsa…
Direklerde küçük ilanlar. Pikoya kalfa, ramoyözcüye maaş artı sigorta, son ütücüler filan numaraya…
Henüz park edilecek kadar yer var. Nakliye hayvan gücü ile sağlanıyor, Nuriosmaniye Caddesi’ni Şerefefendi Sokak’a bağlayan aralıkta at arabaları sıralanıyor. Kemikleri çıkmış beygirciklerin gözlerinde yeşil sinekler, idrar kokusu burnunuzun direğini kırıyor.
Han girişlerinde duvar diplerinde hamallar... Sırtlıklarına yaslanıyor, tütün sarıyorlar. Her ne kadar büyüklerimiz “sen bu kafayla hamallık yaparsın anca” deseler de o iş herkese nasip olmuyor. Hava parasıyla devrediliyor, Malatyalılarla, Niğdelilerden soruluyor.
Apartman girişlerinde tombalacılar. “Kent var, Palmall var”. Bir kart, 5 taş bir lira, kazanan sigarayı cebine koyuyor (hiç görmedim daha.) Tombalacıların ceket astarları zula, beşer Astor sıkıştırıyorlar çoraplarına.
Yerler izmarit, balgam, tükürmek delikanlılığın raconundan. Ustası ağzını açmadan fışkırtıyor, on ikiden vuruyor.
GÜNEŞ GİRMEYEN MATBAA
Semtin viran binalarından biri de Güneş Matbaası.
Karanlık koridorlarında sürekli kurşun kaynıyor. Eriyen mayi leş gibi kokuyor, genzinize sarıyor. Duman, duman, duman. Direkt ciğer yoluyla ağır metal! Belki bu yüzden yamaklara yoğurt veriliyor.
Binanın kasveti kifayetsiz gelmiş olmalı ki duvarların ilk 1,5 metresi siyaha boyanmış, daha yukarısı kirli sarı. 40 mumluk ampuller örümcek ağlı, kendini bile aydınlatamıyor.
Odalar tahta döşeli, yere mazotla karışık bir talaş dökülüyor, tozla birlikte süpürülüyor. Mazot haliyle tebahur ediyor, saçınız başınız kamyon şoförü gibi kokuyor.
Kapı girişinde iki oda var (sanırım bekçiler için) sağdakinde Enver Abi oturuyor, soldakinde sayfa çatılıyor, hesap tutuluyor, malzeme saklanıyor, tashih yapılıyor.
Her iş Mahmud Amca’dan soruluyor, o hem muhasip, hem musahhih. Muhabir, muharrir, mürettip, muallim.
Henüz gazetemiz bayiilerde bulunmuyor.
YAZIYOOO
Seyyarların kral olduğu yıllar. Arnavut ciğerciler, lahmacun sandıkları, pilav arabaları, hıyar soyanlar, ayva doğrayanlar, turşucular… Keskiiin nane baş ağrısına mide bulantısına…
Balık ekmekçiler, tükrük köfteciler, mısır, kestane, kokoreç. Ne yana baksan ızgara, ekmek arası saran sarana..
Bu arada ayaklı ajanslar dolanıyor, bağıra çağıra… Vatandaşın kırk yılın başı gazete alacağı tutuyor, onda da pişman oluyor. “Filan artist çocuk düşürdü yazıyoo!” Adam alıyor, “Bkz tafsilat 6. sayfada.”
Sonra ufacık bir küpür. Yok Maksim gazinosundan hızla çıkan sanat güneşi, kaldırımda simit satan bir çocuğa çarpmış da, düşen çocuk üstünü silkelemişmiş filan.
Zaten iş olsun kabilinden çıkıyorlar, Basın İlan Kurumundan alınan para yetiyor onlara.
Diyelim gazete satıyorsunuz. Siz olsanız nerede dolanırsınız? İstasyonda, garajda, vapurda… Onlar da öyle yapıyor, Harem Eminönü, hattında mevziye yatıyorlar.
Bizim gazetemiz de akşam gazeteleri arasında. Onlar gibi olmuyor ama. Bir kere adı Hakikat. Altında “Hakikati söylemeyen Hakk’ın sillesini yer” vecizesi yer alıyor.
Memleket için temenniler, endişeler taşıyor, “doğru” ve “dürüst” şeyler yazmaya çalışıyor. Zor iş vesselam…
Altın satılır mı saman pazarında? Satılırmış be, başında Enver Ağabey olunca...