ŞARKILARIYLA bugün bile yıllara meydan okuyan Alpay, uçarı geçlik yıllarından avukatlık deneyimlerine, profesyonel futbol yaşantısından müziğe kadar hakkında bilinmeyen her şeyi Ankara Hürriyet okuyucularıyla paylaştı.
Her çarşamba, Balgat PianoPlus’ta hayranlarıyla buluşan Alpay, İstanbul’un karmaşasından sıkıldıkça Ankara’daki evine kaçtığını ve Ankara’dan asla vazgeçemeyeceğini söylüyor.
Sizi herkes Alpay olarak tanıdı. Nazikioğlu soyadını kullanmamanızın özel bir sebebi var mı?
Nazikioğlu, yaptığım iş ile bağdaşamayacak kadar uzundu. Okul yıllarımda da son derece şikayetçiydim soyadımdan. Hep yanlış kullanılırdı. Zaman geçtikçe son derece köklü bir geçmişe sahip olduğunu öğrendim.
Babamın dedesinin babasına dönemin padişahı, çok nazik bir insan olduğu için Naziki Efendi diye hitap edermiş. Padişah, dedeme Topkapı Sarayı’nın yanında bir oda vermiş. Onlar da orada Naziki Dergahı’nı kurmuşlar. Hala oraya giden insanlar varmış ama ben hayatım boyunca hiç gitmedim.
Şemsiyeyle garajın çatısından atladım
Böylesine köklü bir ailenin tek mirası olan Alpay nasıl bir çocukluk geçirdi?
Yaşıtlarıma oranla çok yaramaz bir çocuktum. Tek çocuk olmanın ve şımartılmanın da etkisiyle yaşımın gerektirdiği her şeyi fazlasıyla yaptım. Mesela ilk paraşütle atlama deneyimimi, evimizin garajının çatısından şemsiyeyle atlayarak yaptım. Annem, ‘ben tek çocuk doğurdum ama on çocuk büyüttüm’ diyerek beni herkese şikayet ederdi. Sınırları zorlayacak kadar haylaz ve hiperaktiftim.
Her çocuk, çocukluğunu yaşamalı bence. Yaşamazsa eğer ilerleyen yaşlarda bu eksikliği gidermek istiyor. O zaman da toplum tarafından hoş karşılanmıyor.
Okul hayatınız nasıldı?
Dünyanın en tembel öğrencisiydim. Eğitim hayatıma Ankara Koleji’nde başladım. Veli toplantılarından hep nefret ettim. İlkokulu ve ortaokulu burada bitirdim. Çok yaramaz olduğum için babam ortaokuldan sonra kaydımı ‘bu sadece devlet okulunda adam olur’ diyerek’ Atatürk Lisesi’ne aldı.
Kolejde biz kızlarla birlikte okuduğumuz için çok şık giyinirdik. Orada bir baktım hırpani çocuklar, yamalı pantolonlar ve delik ayakkabılar... Bana uzaydan gelmişim gibi bakmaya başladılar. Tenefüste, bahçede futbol oynayan çocuklar vardı. Ayağıma gelen topa vurmamla gol olması bir oldu. Daha sonra beni sınıf takımına çağırdılar. Maçlarda attığım gollerden sonra da adım Kolejli oldu.
Burayı da kendime benzetmem zaman almadı. Dünyanın en uslu sınıfında portakal kabukları havada uçuşmaya başladı ve o sınıf tarihe geçti.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunusunuz ama mesleğinizi hiç yapmadınız? Bunun özel bir nedeni var mı?
Üniversite yılları sorumluluklarımın farkına varmaya başladığım yıllardı. Üniversite okumak o zamanlar çok zordu. Elime geçen fırsatı iyi değerlendirdim ve okulu tam dört yılda, başarıyla bitirdim.
Ardından avukatlık stajlarına başladım. Burada hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı. Katıldığım duruşmaların birinde herkes için aynı olan ‘bardak’ kavramının dalavere çevrilerek ‘tuzluk’ olduğunu gördüm. Bu yaşadığım adaletsizlikten ve çarpıklıktan sonra avukatlığın bana göre bir meslek olmadığına karar verdim.
Türkiye’de, büyük ve tamamlanamayacak bir hukuk boşluğu var. Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu söylemek maalesef büyük yanılgı.
Fırsat buldukça Ankara’ya geliyorsunuz. Ankara’dan vazgeçememenizin nedenini öğrenebilir miyiz?
Ankara’da doğdum ve hayatımın en güzel yıllarını burada geçirdim. Burada, vazgeçemediğim dostlarım var.
Ankara, İstanbul’a oranla az kirlenmiş bir şehir. İstanbul’un taşının toprağının altın olduğunu düşünenler, orada büyük bir kültürel erozyona neden oldu. Ne köylü ne de kentli ikisinin ortasında sıkışan ‘kentlimsi’ insanlar istila etti İstanbul’u.
Amacım şöhret olmak değildi
Gelelim Alpay’ı Alpay yapan ve tüm Türkiye’yi hatta dünyayı kasıp kavuran müzik yaşantınıza...
Müzik benim en büyük tutkumdu. Yabancı şarkılar dinler ve söylerdim. Kuzenim olan ve büyük bir orkestrada bas gitar çalan Şanar Yurdatapan sayesinde müzik sektörüne ilk adımı attım. Onları dinlemeye gittiğimde kolumdan tuttuğu gibi beni sahneye aldı. Elimin titremesine engel olmaya çalışarak ilk şarkımı 1962 yılında söyledim. Böylece benim için sanat yaşamı da başlamış oldu. Albüm teklifleri aldım ve bu arada iki tane albüm yaptım. Fakat beni hala kimse tanımıyordu. Fırtınalar koparıyordum ama insanlardan da kaçıyordum. Çünkü benim şöhret olmak gibi bir amacım yoktu.
Yeni albüm yakında geliyor
Albümleriniz milyonlar satarken ve insanlar sizi merak ederken, kendinizi neden kapalı bir kutuya hapsettiniz?
Topluluk karşısında şarkı söylemek için kendimi hazır hissetmiyordum. Gelen tekliflerin hepsini geri çevirdim. Ünlü olmak, tanınmak gibi beklentilerim de yoktu.
Hayatımın sınavı dediğim konseri 1964 yılında Ankara Büyük Sinema’da verdim. O dönemde konser biletleri 2,5 lirayken, bizim konserin biletleri 25 liradan satışa sunuldu ve ertesi gün biletler bitti. 5 bin kişilik salon doldu taştı. İnsanlar merak ediyor tabi..
Mikrofonu tutmasını bile bilmiyordum. Her şeyiyle o kadar mükemmel bir konserdi ki, benim bütün acemiliğimi üzerimden aldı. Zamanla da Türkiye için önemli eserlere imza attım.
Ve yıllar yılları kovaladı. Dur durak bilmeden çalıştım. Şimdi büyük bir heyecan var. Yeni albümüm Kasım ayında çıkacak. Eksiksiz ve gerçek bir Alpay albümü geliyor.
SANATÇILAR mıncıklanmamalı
Günümüz sanatını ve sanatçılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdilerde yapılan bütün işler çabuk tüketiliyor. Yeni isimler daha çıkmadan toplum tarafından tanınıyor. Ekran ekran gezerek yüzlerini eskitiyor ve kıymetlerini yitiriyorlar. Bir şarkıyla çıkış yapıp iki gün sonra unutuluyorlar. Sanatçılar mıncıklanarak,değersizrleştiriliyorlar.
Türkiye’de müzik, dolayısıyla da Türk milleti ilerleyemiyor. İyi müzik yapan, iyi müzik dinleyen toplumlar çağdaş toplumlardır. Toplumları da ileriye medya taşır. Türkiye’de radyo ve televizyonlar, toplumun istediğini değil toplumun istemesi gerekeni vererek onu ileriye taşımak misyonunu yerine getiremiyor.
Cambaz misali topla oynardım
Üç yıl profesyonel anlamda futbol oynamışsınız. Neden devam etmediniz?
Futbola ilk olarak Ankara Demirspor’da başladım ve profesyonel futbol yaşamımı Gençlerbirliği’nde devam ettirdim. Böylece lise öğrencisiyken Genç Milli Futbol Takımı’na seçildim. İlk turnuva İzmir’de yapıldı ve ben gol kralı oldum.
Bu sırada derslerde yaptığım devamsızlık başıma dert oldu. Fevziye Abdullah Tansel adında çok değerli ama bir o kadar da disiplinli bir hocamız vardı. Her fırsatta arkadaşlarıma, benim sınıfta kalacağımı söylerdi. Sınıfta kalmamak için Atatürk Lisesi’nden de ayrılarak Gazi Lisesi’ne başladım ve lise diplomamı buradan aldım.
Düzensiz bir hayat, sabahlara kadar süren partiler, uykusuz geçen günler ve babamın baskısıyla 19 yaşında futbola nokta koydum.