Bütün öğütlerin özü olan Kur’an ve Efendimiz’in nurlu beyanları bizim için birer nasihat hazinesidir. Bu iki kaynaktan başka bir de onlardan beslenen Allah dostlarının öğütleri vardır ki bu öğütler, bize iki dünya saadetini kazanma yollarını gösterir...
Öğüt (nasihat), kültürümüzde çok önemli bir yer tutar. Çünkü dinimiz adeta bir öğütler bütünüdür. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde “Din, öğüttür” buyurarak din ile öğüdü bütünleştirmiştir. Bütün öğütlerin özü olan Kur’an ve Efendimiz’in nurlu beyanları bizim için birer nasihat hazinesidir. Bu iki kaynaktan başka bir de onlardan beslenen Allah dostlarının öğütleri vardır ki bu öğütler, bize iki dünya saadetini kazanma yollarını gösterir. Bu hafta sizinle bu öğütlerden bir demeti paylaşmak istiyoruz. En büyük bela ümidi yitirmektir. Ümitsizlik her türlü kemalin engeli, gelişmenin ayak bağıdır.
BAŞARININ TEMELİ ÜMİTTİR
Malını kaybeden bir şeyini, ümidini kaybeden ise her şeyini kaybeder. Tüm çaba ve başarının temelinde ümit, tüm yılgınlık ve hüsranların kökünde ise ümitsizlik yatar. Ümitsiz hayatın ne anlamı ne de tadı tuzu kalır. Hayatımız, ucu ışığa varan karanlık geçitlerle doludur. Önemli olan, sonundaki ışığı gözden uzak tutmamaktır.
Aksi halde, dar bir geçidin içinde boğulup gitmek işten bile değildir. İnsan bataklığa bile düşse, çıkış yolu bulmak için gözleri yıldızlara dönük olmalıdır. “Hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir.” âyetine inanan, rahmeti sonsuz bir sahibi olduğunu bilen mü’minin ümitsizliğe düşmesi mümkün mü? Hele, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz!” buyruğunu da duyduktan sonra.
YALANDAN VE YALANCIDAN UZAK DUR
Allah katında en büyük günah, yalan söylemeyi alışkanlık edinmiş bir dile sahip olmaktır. Yalancılık en büyük ahlâksızlık olduğu için en büyük günahtır. Bir kez yalan söyleyen, onu yamamak için defalarca yalan söylemek zorunda kalır. Pisliği başka bir pislikle temizlemeye başlar.
Yalancılık, tek başına bir kötülük değildir. Diğer birçok kötülüklerin de habercisidir. Yalancılık aynı zamanda korkaklıktır, hainliktir, ikiyüzlülüktür, güvensizliktir. İnsanı sahteleştirir, özgünlük ve kişiliğini yok eder. Toplumun biricik huzur ve ilerleme nedeni olan emniyet ve itimadı sarsar.
SEV VE SEVİL Kİ, O DA SENİ SEVSİN
Hayatta asıl ve kural, sevgidir. Düşmanlıklar, kin ve nefretler gelip geçicidir. Sevgi güneşi gönlümüze süzülmek için bir bahane arar. Ufak bir vesileyle gönül odamızın perdesini araladığımız an hemencecik loş ve karanlık ruhumuzu aydınlatıp ısıtmaya başlar. Sevgi bir iyilik, hatta bilcümle iyiliklerin başlatıcısı ve devam ettiricisi ise onu ilk başlatan da minnet duyulmaya en çok layık kimse olacaktır.
Alçak gönüllülükle insanların gözünde yücelme birbiriyle doğru orantılıdır. İnsan tevazu gösterdiği ölçüde yücelir, sevilir, değer kazanır. Bunun tersi de geçerlidir. Sosyal hayatta herkesin insanları seyrettiği, insanların da kendisini gördükleri bir penceresi vardır.
ALÇAK GÖNÜLLÜ OL, KİBİRLENME
Boyu o pencereden alçak olanlar (işgal ettikleri makama layık olmayanlar), ayak parmaklarının üzerine çıkar, zoraki uzanır, öylece görünmeye çalışır. Alçak gönüllülük büyük bir erdemdir. Erdemin ödülü ise, her zaman onur olur. Hz. Peygamber de, “alçak gönüllülük göstereni Allah yüceltir” buyurmuyor mu? Sürekli mütevazı davranan kişi, o ölçüde yükselecek, sonunda gönüllerde en yüksek tahta oturacaktır.
GÜNAHI KÜÇÜK GÖRME
İnsan günahın kendisine değil, kime karşı işlediğine bakmalıdır. Değil mi ki, o işe “günah” diyen, onu yasaklayan zat bütün alemlerin Rabbidir. Böyle bir cihanlar Sultanının emir ve yasaklarını dinlememek, sıkılmadan O’nun sözünü çiğnemek, bunu önemsemezlik etmek, elbette ki büyük günah olur. Bu söz, öncekiyle çelişmez. Çünkü bir günahı küçük gören, sürekli yapmakta bir sakınca görmeyecektir.
Dolayısıyla her ikisi de aynı kapıya çıkar. En büyük günah bile işlendiğinde pişman olunup, Allah’tan af dilense, artık büyüklüğünü yitirir ve küçük hale gelir. Özünde küçük olan bir günah üzerinde ısrar edilse, bu da artık büyük günaha dönüşür. Nedeni ise o günahın önemsenmediği, hatta günah olarak kabul edilmediği, günahı belirleyen Zât’ın uyarı ve yasağının kâle alınmadığı, dolayısıyla Kendisi’ne değer verilmediği izlenimini vermesidir.
Namazda ta’dil-i erkan ne demektir?
Soru: “Namaz kılmaya yeni başladım. İmkan bulduğum sürece namazlarımı camide kılmaya çalışıyorum. Geçen gün hoca, ta’dil-i erkandan bahsetti. Konuyu tam anlayamadım. Size sorayım dedim. Ta’dil-i erkan ne demektir, kısaca açıklayabilir misiniz?” İbrahim Topuz/İstanbulÖncelikle şunu bir kere daha ifade edelim ki namaz, insanın ruh ve kalbiyle yıkanması, Allah’ın huzuruna kabul edilmeye hazır hale gelmesi demektir.
Bu yönüyle o, insanın manen inşiraha kavuşmasını temin eden müstesna ve hususi bir ibadettir. Onun sayesinde kul, hem kalbî huzura kavuşur hem de Yaratan’ının rızasını kazanmış olur. Namaz insan hayatında günde beş defa bu inşirahı temin eder. Onda huzur bulamayan bir insan, hiçbir yerde huzur bulamaz. Günde kılınan beş vakit namaz, kalbi hayatında yükselmek isteyen gönüller için, günde beş defa miraç yapma ve Allah’a ulaşmak için merdiven vazifesi görür. Bize düşen görev Rabbimize yaklaşma noktasında bir merdiven vazifesi gören namazı hakkıyla kılmayı öğrenmek ve onu eda etmektir.
TA’DİL-İ ERKÂN NASIL OLUR?
Ta’dil-i erkân, rükünleri, düzgün, yerli yerinde ve düzenli yapmak demektir. Ta’dîl-i erkâna riayetin sonucunda rükünler şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böylece kişi namazını üstün körü değil, eski ifadesiyle “dört başı mamur” kılmış olur. Namazda ta’dîl-i erkân, namazın kıyâm, rükû, secde gibi her bir rüknünün hakkını vererek yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir.
Meselâ rükû’dan kalkıldığında vücut dimdik hâle gelmeli, en az bir kere “sübhâne rabbiye’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulup ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da en az böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Yoksa rükû’dan tam doğrulmadan secdeye varmak, birinci secdeden sonra tam doğrulmadan ikinci secdeye gitmek ta’dil-i erkân’a zıttır.
Namazın kalıplarına, şekillerine vakar ve ciddiyetle riayet etme şeklinde tarif edebileceğimiz tadil-i erkânın yanında bir de “huşu” ve “hudu” denilen “iç ta’dil-i erkan” vardır. Gerçi fıkıh kitaplarında namazla ilgili olarak “iç tâ’dil-i erkân” sözü çok kullanılmamıştır. Ama huşû ve hudû ile alakalı bir tabir olarak “iç tadil-i erkan” denebilir. Huşû ve hudû, meseleyi namazın ruhuna bağlı götürmektir. İnsanın, Rabb’iyle münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan da lafızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı, mutlaka o lafızlara, kalıplara dikkat edilmelidir.
Eşinize sevgiyle bakıyor musunuz?
Erkek, hanımına; hanım, beyine sevgiyle bakmalı. Nitekim bu durumda Allah da onlara rahmetle bakıyor. Bakınız Peygamberimiz ne buyuruyor: “Erkek, hanımına hanım da beyine sevgiyle baktığında Allah da onlara rahmet nazarıyla bakar. Şayet erkek, hanımının ellerini ellerine alırsa, her ikisinin de günahları parmakları arasından dökülür.” (Feyzü’l- Kadir, 2/333)
Hazırlayan : Ali İhsan Er