Bakıyorum sosyal medyaya…
Her gün bir tane “büyük vurgun” hikâyesi.
70 daire!
500 bin dolar!
Londra’da villa!
New York’ta gökdelen!
Birileri bir şey elde etmiş, karşılığında bir servet dökülmüş, rüşvet diyen var, “al gülüm ver gülüm” diyen var.
Herkes mütehassıs…
Herkes dedektif…
Herkes savcı…
Herkes hakim…
Ama bir dakika.
Dur bakalım.
Sen gerçekten inanıyor musun bu kadar kirin, bu kadar pasın döndüğüne?
Yoksa sen de mi yapabilirmişsin gibi bir yerden mi okuyorsun bu hikâyeleri?
Ben mesela…
70 daire mi?
Bir şey için 70 daire almak mı?
Vermek mi?
Hayal bile edemem.
Aklımın ucundan geçmez.
O yüzden birini böyle bir şeyle suçlayan bir paylaşım görünce şöyle düşünüyorum:
“Ben yapmam, başkası da yapmaz.”
Çünkü insan, kendi ahlaki terazisini başkalarına da uygular.
Bir şey varsa içinde, başkada da var sanırsın.
Senin içinde yoksa, bir başkası da yapmaz sanırsın.
O yüzden bu ifşacı hallerin, bu güya kamu vicdanı oluşturan parmak sallamalarının ardında çoğu zaman bir “Ben yapamadım, ama yapan varsa batsın” duygusu gizlidir.
Hukuk nereye gitti?
Delil nerede?
İddia neyle desteklenmiş?
Yok.
Bunların hiçbir önemi yok.
Algı var.
Çamur at izi kalsın var.
Halbuki hukuk devletiyiz diyoruz ya hani…
O zaman bu tür büyük suçlamaları, büyük ithamları…
Büyük ahlaki çöküşleri…
Öyle “retweet”le, “story”yle yapamazsın.
Yapmamalısın.
Çünkü sen de o zaman o çürümüşlüğün bir parçası oluyorsun.
Çünkü kalitesizlik bulaşıcıdır.
Çünkü kıvamsızlık, insanın kendine aynada bakamayacak hale gelmesidir.
Birinin hırsız olduğuna inanmak kolay.
Zor olan…
Ben hırsız değilim diyebilmek.
Ve hırsızlıkla suçlamadan önce, bunu içselleştirebilmek.
Benim terazim sağlam.
Ben yapmam.
O yüzden sen de yapmazsın.
Ama sen yapabileceğini düşünüyorsan…
O zaman mesele sadece onunla ilgili değil.
Senin aynandaki senle ilgili.
Yani…
Aynayı doğru tutmak lazım kardeşim.
Yoksa herkes birbirine çamur atar,
ama sonunda hepimiz batağa saplanırız.