Erdoğan, Başbakanlık Konutu'nda AB ülkelerinin büyükelçileriyle öğlen yemeğinde bir araya geldi.
Yemeğin başında büyükelçilere hitap eden Başbakan Erdoğan, esasen Avrupa ülkelerini, evrensel değerler altında bir araya getiren Avrupa Birliği felsefesinin, Mevlanın evrensel mesajlarıyla örtüştüğünün de bir gerçek olduğunu dile getirdi.
Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi çabasının, tarih boyunca ilke olarak üzerinde son derece büyük bir hassasiyetle durduklarını belirten Başbakan Erdoğan, bunun, barış ve adalet çağrılarının da somut bir neticesi olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
''Her fırsatta ifade ettiğim gibi, Türkiye bugün sadece bölgesel anlamda değil, küresel ölçekte de insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü için eşsiz bir tarihi tecrübeye sahip bulunuyor. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliği ile Türkiye, geniş bir coğrafyada barış ve adalet mesajlarını güçlü şekilde ifade ediyor, bu mesajlar da karşılığını buluyor.
AB'nin genişleme yorgunluğundan ziyade, yeni genişleme dalgalarını konuşması, bunları tartışması daha anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Zira ben genişlemenin bir yorgunluk değil, bir güçlenme unsuru olduğunu düşünüyorum. AB'ye üye olan her yeni ülke, birliğin kültürel çeşitliliğine, değerlerine ve her şeyden önemlisi gelecek vizyonuna eşsiz katkılarda bulunmaktadır.
Türkiye olarak, AB'nin küresel ölçekte daha barışçıl, istikrarlı, uyumlu ve refah üreten bir ortamın sağlanmasında üstleneceği role büyük önem atfediyoruz.
Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki AB'nin bu tartışmalar çerçevesinde bir içe kapanma eğilimi göstermesi ve verilen sözlerin, atılan imzaları tekrar tartışmaya açması, kamuoylarımız açısından son derece motivasyon kırıcı bir maliyet taşıyor. Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine başlatan kararın altında bütün AB ülkelerinin imzaları bulunuyor. Buna rağmen halen Türkiye'nin AB üyeliğinin, bu bağlamda Türkiye'nin Avrupalılığının tartışılıyor olması, ne hakkaniyetle ne ahde vefa ile ne de tarihi gerçeklerle bağdaşıyor. Türkiye, hükümetimizin 7 yıldan bu yana attığı kararlı adımlar sonucunda bugün hiç olmadığı kadar Avrupa ile bütünleşmiştir. AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktaya gelmiştir.
Erdoğan, ''Türkiye'nin, Batılı vizyonu bu kadar güçlü bir zemine sahipken buna rağmen halen ayrıcalıklı ortaklık gibi maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmeye ve süreci sulandırmaya yönelik tekliflerin ortaya atılıyor olması, büyük bir samimiyetsizlik örneğidir'' dedi.
Türkiye'nin AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktaya geldiğini belirten Erdoğan, 25 Ocak 2010'da AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu'nun Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına seçildiğini anımsattı.
Başbakan Erdoğan, ''başkanlığı ilk kez Viyana'nın doğusuna taşıyarak, Türkiye'nin Avrupalılığını tartışanları bir kez daha hayal kırıklığına uğrattığını'' söyledi.
Erdoğan, şöyle konuştu:
''Gelecek Kasım ayında da inşallah Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin dönem başkanlığını üstleniyoruz. Esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Konseyi kurulduğunda Bakanlar Konseyi'nin ilk kararı, Türkiye'yi üyeliğe davet etmek olmuştur. Bu örgüte, Türkiye 1949'da katılırken bunun altını özellikle çiziyorum, 1949'da katılırken 61 yıl oldu. İspanya ve Portekiz 1970 yılı sonunda üye olabilmiş Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 1990'lara doğru üye olmaya başlamışlardır. Türkiye, NATO'ya, kurulduktan 3 yıl sonra 1952 yılında Almanya'nın katılımından 3 yıl önce üye olmuştur. Bugün katılım müzakerelerini yürüttüğümüz Avrupa Birliğine ilk üyelik başvurumuzun tarihi Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluşunun 2 yıl sonrasına 1959 yılına isabet eder. Sadece bu hususları dikkate alarak dahi şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz, Türkiye'nin, Avrupalılığını da Avrupa Birliği üyeliğini de tartışmanın zamanı çoktan geçmiştir.
Türkiye'nin, Batılı vizyonu bu kadar güçlü bir zemine sahipken buna rağmen halen ayrıcalıklı ortaklık gibi maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmeye ve süreci sulandırmaya yönelik tekliflerin ortaya atılıyor olması, büyük bir samimiyetsizlik örneğidir. Nitekim, AB'nin genişlemeden sorumlu eski komiserlerinden Verhaugen geçtiğimiz günlerde, bu teklifleri son derece isabetli bir yaklaşımla (sahte bir ambalaj) olarak nitelendirmiştir. Türkiye olarak, AB'ye tam üyelik yolunda, artık sorgulanmaması, hatta bizim dahi tekrarlamaya lüzum görmediğimiz bir husustur.''
-KARARLILIK-
Bütün siyasi engellemelere rağmen, bütün motivasyon kırıcı yaklaşımlara rağmen şu anda 12 fasılda müzakerelerin açması, birinde ise hem açılış hem de kapanışının gerçekleştirilmiş olmasının, ''hükümetin bu hedefe sıkı sıkıya bağlı olmasının bir tezahürü'' olduğunu belirten Erdoğan, şöyle devam etti:
''Hükümetimizin AB'ye üyelik yolunda 7 yıldır gösterdiği kararlılık ve attığı adımlar, bundan sonrası için de Türkiye'nin AB yolundaki en büyük taahhüdüdür, teminatıdır.
Bizim temel gayemiz, Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak, milletimize her yönden Avrupa standartlarında bir ülkenin imkanlarını sunmaktır. Bunun için de en önemli mekanizma AB'dir. O nedenle biz fasıllar noktasında gerekli kriterleri yerine getireceğiz, getiriyoruz. Hatta siyasi engellemeler nedeniyle açılamayan 20'ye yakın fasılda dahi biz bu kriterleri tamamlama noktasında dahi kararlıyız. Zira kurumlarımız, kuruluşlarımız buna müsaittir. Bazı ülkeler Türkiye'nin üyeliğine karşı diye, AB verilen sözlerin aksine davranıyor diye biz milletimizi, çağdaş standartlardan mahrum bırakamayız.
Türkiye gereken reformları, müzakere sürecinin bir yükümlülüğü olduğu için değil, öncelikle toplumsal beklenti ve ihtiyaçlar sebebiyle gerçekleştirmektedir. Türkiye, ulusal çıkarlarının gereği olarak reformları hayata geçirmektedir. Biz, bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da üzerimize düşenleri yapmaya devam edeceğiz. Aynı yaklaşımı AB'nin de göstermesi gerektiğini her fırsatta dile getireceğiz.
Türkiye, asla duyguları ile mantığı arasına sıkışan günlük siyasi polemiklere kurban edilen bir AB'nin mağduru olmamalıdır. Biz bu sürece öz güven içinde devam ediyoruz.
Demokratikleşme ve insan hakları noktasında hükümetimizin attığı cesur adımlar, tamamen bu öz güvenin bir neticesidir. Türkiye artık, tabu gibi görülen konuları tartışır hale gelmiş, demokrasi noktasında herhangi bir zafiyete fırsat vermeyen, bütün vatandaşlarının özgürlüğünü teminat altına alma noktasında her türlü cesareti gösteren bir ülke konumuna yükselmiştir. Dış politikada, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi, İran'ın nükleer programına ilişkin diplomatik çabalara ağırlık verilmesi, Balkanlar'da, Orta Doğu'da, Kafkaslar'da, Afrika'da, dünyanın her bölgesinde Türkiye'nin yapıcı ve güvenilir bir ülke olarak katkıda bulunması da aynı öz güvenin bir tezahürüdür.''
Demokratikleşme, kalkınma ve dış politikaya ilişkin olarak cesur kararlar alma noktasında Türkiye'nin şimdiden AB üyesi birçok ülkeden daha ileri seviyede olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğini belirten Erdoğan, ''Özellikle temel hak ve özgürlük noktasında bazı Avrupa ülkelerinde yürütülen tartışmalar, bununla birlikte aşırı sağ ve ırkçı eylemler son derece dikkat çekicidir ve aynı oranda da kaygı vericidir'' dedi.
Erdoğan, Türkiye'nin birçok meselesinin, oluşturulmuş ve yapay korkular nedeniyle gündeme dahi getirilemediğini kaydederek, ''Her türlü iyiliğe, her türlü girişime, 'bölünürüz, parçalanırız, kimliğimizi kaybederiz' gibi tamamen asılsız korkularla yaklaşanların haklı olmadıkları, korkuların ve kaygıların tamamen boş olduğu bu süreçte ortaya çıkmıştır'' dedi.
Türkiye'nin son 7 yılda çok büyük reformlara imza attığını, ''küresel finans krizinin artçı sarsıntılarının özellikle Avrupa'da hissedildiği şu günlerde, Türkiye'nin krizden çıkışa yönelik çok ciddi sinyaller vermeye başlandığını'' belirten Erdoğan, 2009 yılının 2 yarısında itibaren büyümenin yeniden hız kazandığını dile getirdi.
2010-2011 yıllarından Türkiye'nin dünyada en hızlı büyüyen ülkeler arasında yer alacağının belirtildiğini kaydeden Erdoğan, orta vadeli programda 2010 için büyüme tahminin yüzde 3,5 olduğunu, buna karşılık IMF ve OECD'nin yüzde 3,7, Marryln Linch 4,5, JP Morgan yüzde 5, Goldman Sach ise yüzde 5,5 oranında büyüme kaydedeceğini tahmin ettiğini söyledi. Son iki ay içinde önemli derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye'nin kredi notunun sürekli yükseltildiğini anlatan Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin kredi notu yükseltilen 14 ülke arasında yer aldığını anımsattı.
İhracat ve sanayi üretiminde yeni artışların kaydedilmeye başlandığını kaydeden Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
''Açıkçası, Türkiye'nin gösterdiği bu başarılı performans, krizin iyi yönetilmesinin yanında son 7 yılda yaptığımız köklü reformların da bir sonucu olmuştur. ekonomiyle birlikte demokratikleşme alanında da yine tarihi adımlarımız olmuştur. Değişim, kararlılık ister, değişim, en önemlisi de cesaret ister. Çünkü her zaman değişimden etkilenecek ve değişimin karşısında duracak, az da olsa bir kesim muhakkak vardır.
Yedi yıl boyunca biz bu direnci fazlasıyla hissettik. Attığımız her adımın karşısına dikilen, her reforma karşı çıkan, her türlü değişimi çeşitli bahanelerle ve çeşitli metotlarla engellemeye çalışanlar oldu. Hükümet olarak önümüze çıkarılan engellerin hiçbirisine boyun eğmedik, geri adım atmadık, cesaretle ve kararlılıkla sorunların üzerine gittik ve gitmeye devam ediyoruz. Elbette değişimi bir anda gerçekleştirmek mümkün değil. Türkiye'de yedi yıl önce konuşulmayan, konuşulması cesaret dahi edilemeyen, gündeme gelemeyen tabu olarak görülen birçok mesele, bugün cesaretle, özgürce, serbestçe konuşuluyor, tartışılıyor.
Biz bu süreçte şunu da gördük, Türkiye'nin bir çok meselesi oluşturulmuş, yapay korkular nedeniyle gündeme dahi getirilemiyordu. Her türlü iyiliğe, her türlü girişime, 'bölünürüz, parçalanırız, kimliğimizi kaybederiz' gibi tamamen asılsız korkularla yaklaşanların haklı olmadıkları, korkuların ve kaygıların tamamen boş olduğu bu süreçte ortaya çıkmıştır.''
-DEMOKRATİK AÇILIM-
Her geçen gün ''sivil siyasetin, demokrasinin alanının genişlediğini, demokratik normların kökleştiğini'' belirten Erdoğan, ''Hukuk dışı yapılanmalarla mücadelemiz aynı şekilde devam ediyor. Milli birlik ve kardeşlik projesi olarak ifade ettiğimizi, Türkiye'de terör meselesinin, azınlıkların, inanç guruplarının, etnik unsurların sorunlarını ve ekonomik sorunların minimize edilmesine yönelik demokratik açılım sürecini kararlılıkla sürdürüyoruz'' dedi.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Bu noktada, bir hususu bir kez daha sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum: Türkiye'de basın özgürlüğü konusundaki tartışmaların ne yazık ki Avrupa'ya çok farklı şekilde aksettirildiğine şahit oluyoruz. Demek ki Türkiye'deki bir kısım medyanın ciddi lobi faaliyetleri sebebiyle böyle bir gelişme söz konusu. Ülkemizinde medya kuruluşlarının yayınladıkların haberler, analizler, yorumlar, derinlemesine incelendiğinde yedi yıl öncesine göre gelinen seviyenin, kıyas kabul edilmeyecek derecede olduğu rahatlıkla görülecektir. Ancak şunu da kabullenmek gerekir; basının, Başbakan'ı eleştirmek hakkı olduğu kadar, başbakan'ın da basını eleştirme hakkı vardır. Eleştiri, eleştiri sınırlarını aşıp hakarete dönüştüğünde yaptığımız sadece hukuka başvurmak ve hukuk yoluyla hak aramaktır. Yoksa bunu da mı yapmayalım? Bu hakaretler, benim edep, haya sınırlarımı da aşar. Bunu da söyleyeyim...
Bir kısım yargı kararlarının basın özgürlüğüne müdahale olarak yansıtılmasını da ben son derece yanlış ve yönledirici buluyorum. Türkiye hakkındaki raporların da bu manada yeterince araştırma yapılmadan hazırlandığını görüyorum.
Yine yazılı ve görsel medyanın, bu tür yazılar sebebiyle değil de eğer farklı konularda, örneğin Maliye'yi ilgilendiren konularda rutin olarak çalışmalar yapılan, vergi incelemelerinden doğan neticelerde meydana gelmiş bazı konular eğer kalkıp 'basın özgürlüğüne müdahale' diye yansıtılırsa ve AB mensubu ülkeler bunu bu şekilde değerlendirirse, bu bizi ayrıca üzer... O zaman AB kendi ilkeleriyle, özellikle bir defa orada çatışır ki, bu AB müktesebatına ters bir görünümdür. Bunu da hatırlatmayı kendim için görev telakki ediyorum.''
-''7 YILDA GİRDİĞİMİZ 4 SEÇİM, 1 REFERANDUM''-
Büyükelçilere, ''Demokratikleşme adımlarımızı, diğer tüm engellerle birlikte ne tür bir muhalefet yaklaşımına maruz kaldığını da eminim sizler de takip ediyorsunuz'' diye seslenen Başbakan Erdoğan, ''Ne yazık ki gerçekçi bir dış politika vizyonu olmayan, hatta dış politikası olmayan bir siyaset tarzına karşı 7 yıldır bu reformları gerçekleştiriyoruz'' dedi.
Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
''AB'ye ve bu çerçevedeki reform çabalarına, Türkiye'nin demokratik dönüşümüne diğer siyasi partilerin nasıl yaklaştığını sizler ülkemdeki büyükelçiler olarak yakından izliyor ve görüyorsunuz. Her türlü dirence rağmen, demokratikleşme hedefinden asla geri adım atmıyor, heyecanımızı ve umudumuzu asla yitirmiyoruz. Attığımız adımların, toplumun geniş kesimleri tarafından kabul gördüğünü ve desteklendiğini memnuniyetle müşahede ediyoruz. 7 yılda girdiğimiz 4 seçim ve 1 referandum bunun en bariz ispatı olmuştur. Aynı şekilde kamuoyu yoklamalarıyla da toplumun nabzını her an tutuyor ve politikalarımızı toplumun beklentileri noktasında şekillendiriyoruz. '' Erdoğan, ''Her zaman söylüyoruz, yine söyleyeceğiz, ne olmuştur referandumda? Kuzey Kıbrıs'ta Annan Planı'na yüzde 65 'evet' çıkarken Güney Kıbrıs'ta yüzde 75 'hayır' çıkmıştır. Nasıl oluyor da hala burada Türkiye ve Kıbrıslı Türkler suçlu hale getiriliyor. Bu Avrupa Parlamentosunun gözü kör müdür Allah aşkına? Bunu söylemeyeceğiz de neyi söyleyeceğiz? Biraz gözlerini açsınlar. Kulaklarını doğruya, hakikate açsınlar. Ve bu dilleri doğruyu, gerçekleri konuşsun'' dedi.
Yemekte yaptığı konuşmada Kıbrıs'ta devam eden kapsamlı çözüm müzakerelerine de değinen Başbakan Erdoğan, Kıbrıs'ta müzakere sürecinin adil ve kalıcı bir çözüme en kısa zamanda kavuşması yönünde anavatan ve garantör olarak desteklerinin sürdüğünü söyledi.
Erdoğan bu yolda bir adım önde olma politikasının 'kazan-kazan' ilkesine göre devam ettiğini belirterek, şunları kaydetti:
''Hepinizin yakından bildiği üzere, Kıbrıs Türk tarafının yönetim ve güç paylaşımı başlığı altında 4 Ocak tarihli önerisi müzakere sürecinde gerçek bir atılım şansı sunmuş, Kıbrıs Türk tarafı bu yönde büyük bir esneklik göstermiştir. Biz de Türkiye olarak paketin sunulmasında kendilerini teşvik ettik. Kuşkusuz bu açılımın kıymetinin bilinmesi ve çözüm yönünde bu fırsatın değerlendirilmesi gerekiyor. Böylece yönetim ve yetki paylaşımı başlığı kapatılabilecek, görüşmelere ivme kazandırılarak diğer alanlarda ilerleme sağlanacak, neredeyse iki yıldır devam eden müzakere sürecinde sonuca ulaşmak mümkün olabilecektir.''
-''MÜZAKERELERİN EBEDİYEN DEVAM EDEMEYECEĞİ AÇIKTIR''-
Başbakan Erdoğan, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un 1 Şubatta Kıbrıs'ı ziyaretinde Birleşmiş Milletler'in kapsamlı çözüm müzakerelerinin başarısına önem atfettiğini anımsatarak, BM'nin geçen yılki Genel Kurulu'nda kendisine bizzat müzakerelere katılmasında fayda olduğunu ilettiğini söyledi. Erdoğan, ''4.5 ay tehirle bu gerçekleşmiş oldu. Ve bugüne kadar Kıbrıs Rum tarafının uzlaşıyı geciktiren tavrını ısrarla koruduğunu burada da dikkatinize getirmek isterim. Müzakerelerin ebediyen devam edemeyeceği açıktır. Adada statükonun mağduru çözüm iradesini kanıtlamış olan Kıbrıs Türk tarafıdır. Ve buna daha fazla izin verilmemelidir. Önümüzdeki kısa dönem, sürecin akıbeti açısından hayati önem arz ediyor. Kıbrıs Rum tarafının çözüm yolunda gerekli iradeyi göstermeye teşvik edilmesi hususunda Avrupa Birliği üyesi ülkelerin özel sorumluluğu olduğuna inanıyoruz'' diye konuştu.
-''KISA BİR ZAMAN İÇİNDE ATİNA ZİYARETİM OLACAK''-
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'ya 30 Ekim 2009 tarihinde bir mektup yazdığını ve 25 Ocak 2010 tarihinde de bu mektuba yanıt geldiğini anımsatan Başbakan Erdoğan, ''Biz hükümet olarak iki ülke arasında önemli bir işbirliği ve ortak anlayış zemini bulunduğunu müşahede ediyor, Türk-Yunan ilişkilerini yeni ve yapıcı bir zeminde geliştirmek yönünde kararlılığımızı muhafaza ediyoruz. Önümüzdeki dönemde gerçekleştirilecek üst düzey ziyaretlerin -ki kısa bir zaman içinde Atina ziyaretim olacaktır- Türk-Yunan ilişkilerinin yeni bir döneme girmesi ve bir çok alanda Türk-Yunan ortak inisiyatiflerinin geliştirilmesine vesile teşkil edeceğini ümit ediyorum'' diye konuştu.
Konuşmasında Avrupa Parlamentosu Raporu'na da değinen Erdoğan, şunları söyledi:
''Burada bir gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, Avrupa Parlamentosu raporu üzerinde durmak durumundayım. Bu raporda esas itibarıyla tek taraflı, gerçeklerle bağdaşmayan ve tarafımızdan kabulü mümkün olmayan unsurlara yer verildiği ve katılım sürecine olumsuz tesir edebilecek bir üslubun burada benimsendiği görülmektedir.
Raporda Türkiye'den beklenenler sıralanırken Avrupa Birliğinin Türkiye'ye karşı yerine getirmediği taahhütlere değinilmemiş olması ayrıca düşündürücüdür. Raporda Kıbrıs'ta devam eden kapsamlı müzakereler ve Kıbrıs Türk tarafının yapıcı, çözüme dönük gayretleri adeta hiçe sayılmış ve Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasında sorumluluğu olanlarla ilgili gerçekler maalesef görmezden gelinmiştir. Bunu bizzat yaşayan birisi olarak söylüyorum. Ve bu müzakerelerde kaçan taraf her zaman Güney Kıbrıs Rum yönetimi olmuştur. Ve maalesef garantör ülke olarak Yunanistan olmuştur. Ve bunu Burgenstock'da bizzat yaşadım. Ve Annan Planı'nın o ifadesi çok açıktır, 'bunu erteleyelim' diyen Yunanistan ve Güney Kıbrıs olmuştur. Ve o toplantıda Papadopulos ve Karamanlis, onlar masadan çekilirken biz söz verdik 'hayır burada bugün bu işin bitmesi lazım' demişizdir. İmzayı atmışızdır ve bir hafta sonra referandum yapılmıştır.
Her zaman söylüyoruz, yine söyleyeceğiz, ne olmuştur referandumda? Kuzey Kıbrıs'ta Annan Planı'na yüzde 65 'evet' çıkarken Güney Kıbrıs'ta yüzde 75 'hayır' çıkmıştır. Nasıl oluyor da hala burada Türkiye ve Kıbrıslı Türkler suçlu hale getiriliyor. Bu Avrupa Parlamentosunun gözü kör müdür Allah aşkına? Bunu söylemeyeceğiz de neyi söyleyeceğiz? Biraz gözleri açsınlar. Kulaklarını doğruya, hakikate açsınlar. Ve bu dilleri doğruyu, gerçekleri konuşsun. Eğer bu adaleti bunlar görmezden gelirlerse bu adalet bir gün onlara da muhakkak lazım olacak. Bugün bunu burada dile getirmemeyi kendime hakaret, saygısızlık olarak görüyorum. Onun için sizlerin huzurunda bunu söylemek durumundayım. Her türlü adalet duygusundan uzak olan bu yaklaşım, en hafif tabiriyle büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Avrupa Parlamentosunun işlevinin, Kıbrıs Rum tarafının sözcüsü gibi davranmak ve tüm mesnetsiz iddia ve taleplerini karşılamak olmaması gerekir. Avrupa Parlamentosunun yeni yasama dönemindeki Türkiye ile ilgili bu ilk sınavında iç politika saiklerine rehin düştüğünü görmekten üzüntü duyuyoruz.''
-''TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİ YOLUNDA HIZLA İLERLEYECEKTİR''-
Avrupa Parlamentosu tarafından yayıMlanan belge ve raporların Türkiye açısından anlam taşımasının ancak yapıcı ve tarafsız bir tutum benimsenmesi halinde mümkün olacağını vurgulayan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Türkiye bazı çevrelerin menfi tavrına ve tüm engelleme çabalarına rağmen kazanılmış haklarına sahip çıkmaya ve Avrupa Birliğine üyelik hedefi doğrultusunda kararlılıkla ilerlemeye devam edecektir. Bizim Avrupa Birliği sürecindeki kararlılığımızı ve Türkiye'nin Avrupalılığını tartışmak artık bütün taraflara vakit kaybettirmekten başka bir anlam taşımaz, taşımıyor. O halde herkesin sürecin gerektirdiği zeminde durması farklı mülahazaları terk ederek Türkiye'ye ilişkin sözlerin ve atılan imzaların tekrar hatırlanması gerekiyor. Bu bağlamda ben İspanya'nın dönem başkanlığına son derece büyük önem atfediyor ve bu dönemde olabildiğince fazla başlıkta müzakere başlığının açılarak hatta geçmişte yapılan haksızlıkların da telafi edilerek sürecin daha ileri noktalara taşınacağına inanıyorum. Aynı şekilde İspanya'nın ardından Belçika'nın da dönem başkanlığında bu ilerlemenin devam edeceğini düşünüyorum. Bizim gayretlerimiz ve özverimizin aynı şekilde devam edeceğinden kimsenin şüphe duymaması gerekir.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci arkadaşım sizlerle de yakın diyalog ve temas halinde. Bu gayretleri en somut şekliyle Avrupa ülkeleri nezdinde sürdürüyor ve sürdürecektir. Bütün bakanlıklarımız, tüm kurumlarımız en önemli mesailerini ülkemizin Avrupa Birliği kriterlerini yerine getirmeye ayırmak için de her bakanlık kendi bünyesinde birimler oluşturmuştur. İnanıyorum ki bizim tüm çabalarımız Avrupa Birliği tarafında da karşılığını bulacak, Türkiye Avrupa Birliği üyeliği yolunda hızla ilerleyecektir.''
Yemekte, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış, AB Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Bozkır da hazır bulundu.