KANSER tedavisi için Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’daki Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Onkoloji Servisi’ne gelen onlarca çocuk sokaklara dönüp oyun oynayacakları günü sabırsızlıkla bekliyor.
Aileleri ve hastane çalışanlarının desteğiyle hayata tutunmaya çalışan hastaların büyük bir bölümü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden gelen çocuklardan oluşuyor. Hastane koridorlarında bile serumla dolaşan ve tedavi gördükleri odalarda oyuncaklarını yanlarından ayırmayan minik kalpler, yaşama olan bağlılıklarını bir an olsun kaybetmiyor.
Kanserli çocukların savaşına 25 yıldır destek veren Onkoloji Bölümü Klinik Şefi ve Kanserli Çocuklara Yardım Derneği (KANÇODER) Başkanı Doç. Dr. Ulya Ertem, 1985’te açılan servisin, Türkiye’nin dört bir yanından gelen çocukların yanı sıra yurt dışından gelen çocuk hastalara da hizmet verdiğini söyledi.
1985 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, Sami Ulus Çocuk Hastanesi’ne klinik şefi olarak atanan Ertem, ilk olarak Çocuk Onkoloji Kliniği’ni kurdu.
Hayat dersi verdiler
Hastanelerinde tedavi gören çocukların büyük bir bölümünün yoksul ve dar gelirli ailelerin çocukları olduğunu ifade eden Ertem, serviste şu an 21 çocuğun yatarak tedavi gördüğünü ayrıca hastalığı kısmen yenmiş yüzlerce çocuğun da takip altında olduğunu kaydetti.
Ertem, “Meslek hayatımda ilk atamamın yapıldığı yer Onkoloji Servisi. Buraya geldiğimde bir yıldan fazla kalamayacağımı düşündüm. Ancak aradan geçen süre içinde artık buradan ayrılamayacağımı anladım. Servisteki görev sürem 25 yılı geçti. Bu 25 yıl bana çok şey öğretti. Allah’ın bana verdiği bir lütuftur burada, onlarla olmak” diye konuştu.
Kanserli bir çocuğun hayata veda ederken tek mirasının ilaçları olduğunu belirten Ertem, “Ölürken ilaçlarını başka hasta arkadaşlarına vasiyet eden çocuklarla tanıştım. Hergün canlarını acıtan tıbbi girişimlere maruz kalan, ilaçların etkisi ile kusan ve saçları dökülen bu çocukların sevgi ve umut yüklü olduklarını gördük. Yokluğun ve çaresizliğin olgunlaştırdığı, bizlere hayat dersi verebilecek kadar bilge çocuklardı onlar” diye konuştu.
Hayatlarının en zor günlerini tedavi görerek geçiren çocuklar için kliniği yaşanılası bir yer yapmak amacıyla işe koyulduklarını belirten Doç.Dr. Ulya Ertem şöyle konuştu:
Acıyı unutturmak için
“Sağlık Bakanlığı’na bağlı ilk çocuk onkoloji ünitesi olarak 10 yataklı bir bölüm halinde kuruldu. 1993 yılında 22’ye çıkarılan yatak sayısıyla yandal uzmanlık eğitimi verme hakkını da elde ederek Onkoloji Klinik Şefliği oldu. Türkiye’nin her yöresinden gelen ve hiçbir sosyal güvencesi olmadığı için başka ünitelerce kabul edilmeyen kanserli çocuklara hizmet vermeye başladı.
Artık bir klinik olmuştuk fakat eksiklerimiz çoktu. Dernek olarak, ilk renkli televizyonumuz olsun istedik. Devlet hastanenin mali yükünün büyük bir kısmını karşılıyor, küçük eksiklerini biz tamamlıyoruz. Toplanan paralarla bu kliniği tefriş ettik. Hayatlarının en zor günlerini burada, küçücük odalarda ve dayanılmaz ağrılarla geçiren çocuklar için kliniğin yaşanılası bir yer olmasını istedim. Odaları renkli renkli boyadık. . Burayı onların kaçmak istedikleri bir yer değil, bütün acılarına rağmen sevebilecekleri bir ortam haline getirdik.”
25 yıldır çalışıyor
Kanser hastası, sevgiye ve bakıma muhtaç çocukları gördükten sonra onlar için bir şeyler yapması gerektiğini düşünen Onkoloji Bölümü Klinik Şefi ve Kanserli Çocuklara Yardım Derneği Başkanı Doç.Dr. Ulya Ertem, tam 25 yıldır ‘çocuklarım’ dediği kanserli çocuklar için çalışıyor.
Babası bile bırakıp gitti
YILLARCA görev yaptığı Onkoloji Servisi’nde hasta yakınlarının acı ve sevincine ortak olduğunu ifade eden Dr. Ulya Ertem, hafızasına kazınan bir anısını da şöyle anlattı:
“Konya’da yaşayan göçmen bir ailenin 4 yaşındaki Mehmet Çiftçi isimli bir çocuk hastam vardı. Tek kelime Türkçe bilmeyen Mehmet’i hastaneye getiren babası, oğlunu bıraktıktan sonra bir daha hiç gelmedi. Serviste nöbet tuttuğum günlerde Mehmet ile koyun koyuna yatardık. Zaman içinde az da olsa Türkçe konuşmaya, söylediklerimizi anlamaya başladı. Bir süre sonra tedavisi sona eren Mehmet’in hastalığı nüksederek beynine yayıldı. Bir gün nöbetçi asistanım, ‘hocam Mehmet iyi değil, dün gece başındaydım, her an kaybedebiliriz, kendinizi hazırlayın’ dedi. Bunun üzerine odasına gittiğim Mehmet fena durumdaydı. Hadi Memo uyan, kalk hadi Memo diyordum. Şaşkın bakışlarla Memo, ‘ne bakıyorsunuz?’ diyerek herkesle dalga geçti. Ancak kısa süre sonra Memo’yu kaybettik.”