Birazcık da olsa mizah anlayışınız varsa bu sıkıcı anlarla dalga geçip geceyi eğlenceye dönüştürebilirsiniz.
Ama yine de zamanınızı ayırıp da geldiğiniz ve her sene değişir umuduyla beklediğiniz bu törenler şaşırtmadıkları için sinir bozar.
Geçen hafta izlediğim İstanbul Film Festivali’nin açılışı bugüne dek izlediğim en iyi törendi.
Aksama olmadan, uzatmadan, sıkmadan, komikleşmeden başlayan ve biten bir tören.
Bir yandan 30 yılın nasıl zorluklarla kurulduğunu anlatan bir yandan da bu yılki festivalin programına dair iştahımızı kabartan...
Türkiye’de iyi bir “festival açılış töreni” yapılabiliyormuş, gördük.
Kötü törenlere alışığız
Pek çok festivalin özellikle açılış törenlerinde yapılan şovların ucubeliğine, metinlerin bayatlığına, eğlenceli olacağım derken gülünç duruma düşülen hallere ve uzun, sıkıcı konuşmalara alışığız.
Bir türlü oturmayan bir şeyler vardır bu organizasyonlarda.
Her sene ya daha kötüye giderler, olmadı, “geçen yıldan daha iyiydi” sözleriyle kötünün iyisi duygusu yaratılır.
Bazen sunucu seçimindeki yanlışlarla başlar her şey.
(Sahne dekorundaki zevksizlik ve beceriksizliklerden söz etmiyorum bile.)
Ya dönemin televizyon yıldızlarıdır bunlar ya da “güzel kadın” ve “yakışıklı erkek”ler?
Oysa her yıl değişen şöhretin de, güzelliğin de, hatta kimi zaman iyi oyunculuğun da “iyi ve doğru sunucu”luğun garantisi olmadığını anlamalıyız artık.
Törenlerin en bıktıran anlarından biri de uzun ve sıkıcı konuşmalardır.
Festival temsilcileri o yılki temaları ya da sözleri neyse bunu her yıl aynı dille anlatırlar, “sayın”larla başlayan ve seyirci olarak kendinizi değersiz hissettiğiniz konuşmalar yaparlar. Protokol telaşı da cabası!
Ardından, bakanlar ve sponsorlar gelir sahneye tek tek.. Tek tek...
Festivali yaratanların görünmezliği
Bu tek tek gelişler hiç bitmeyecekmiş gibi durur her zaman, zaman da durur. Biri iner diğeri çıkar, verdikleri desteklerden dolayı sempatimizi kazansalar bile uzun konuşmalarla çoğu bunu da yok eder.
Sonra müzik geç girer, tanıtım filmi oynasın diye beklenir, ödüller alınıp verilirken uzun sessizlikler olur vs vs?
Ama asıl, bu geceleri kötü yapan şey perdenin gerisinde duranların emeklerinin görülmezliğidir.
Ekibin illa ki sahneye çıkıp alkışlanmasından söz etmiyorum elbette.
Bir festivalin açılış töreni o festivali kuranların emeklerinin sahneye çıkışıdır.
Festival temsilcilerinin ya da sponsorların değil ekibin sözünün perde deyişidir.
Yani öyle olmalıdır.
Emek’siz İstanbul
Gecede beklenen oldu ve iki yıldır kapalı duran, akıbeti de belli olmayan, devasa bir alışveriş merkezine dönüştürülmesi belli olsa da bir umut olmaz diye beklenen, Emek Sineması’nı geri isteyenler, töreni “zart şöleni”ne dönüştürdüler.
Üflemeli oyuncaklar eşliğinde interaktif zartlama eylemi düzenlediler.
“Emek yoksa açılış da yok” dediler.
Emek Sineması kapandığından beri Festival de salon bulmak konusunda sıkıntı yaşıyor.
İstanbul’un merkezi sayılan İstiklal Caddesi’nde iyi sinema bulmanın imkansızlığını düşününce bu durum insana şaka gibi geliyor belki ama şu anki Festival sinemalarında film izleyince bu hiç de komik olmuyor.
Sinemasız Ankara
Aynı sorun Ankara’daki festivallerin de başında.
Bu köşeye başlarken de yazmıştım.
Sahip çıkmadığımız için sinemaları bir bir kaybediyoruz, demiştim.
Çok değil, 10 yıl içinde hepsi bir daha açılmamak üzere kapılarını kapattı: Akün, Kavaklıdere, Ankapol...
Sinemaların yalnızca film gösterilen yerler olmadığını da gösterdi bu kayıplar bize.
Kavaklıdere Sineması’nın bir tabeladan ibaret durduğu caddeye bir bakın, eski Ankapol’ün sokağına ya da...
Her şey köhneleşti, görüntü bozuldu, insanlar değişti.
Yalnızca evimiz ve bir iki sokaktan ibaret bir kent kaldı elimizde.
Büyülü Fener Sineması
Neyse ki Kızılay’ın ortasında Büyülü Fener Sineması var.
Neyse ki iyi filmleri izleyebileceğimiz iyi bir sinema var.
Ama bir gün gelip de Kızılay’ın ortasına bir Alışveriş Merkezi kurulup da onun seyircisini çalmayacağını kimse garanti edemiyor.
İstanbul bugün bunu yaşıyor işte.
Ankara, sen de hazır ol.
Sekiz dakikada zaman yolculuğu
Yaşam Şifresi
Source Code
Yönetmen:
Duncan Jones
2011, ABD-Fransa, 93’
İlk filmi ‘Ay’ (Moon) ile eleştirmenlerden ve seyirciden tam not alan Duncan Jones, yeni filmi merakla bekleniyordu. Fragmanına ve yabancı basındaki eleştirilere bakılırsa Duncan bir kez daha sınıfı geçmiş görünüyor. Yaşam Şifresi, başka birinin bedeninde uyanan bir askerin merkezinde geçen bir gerilim-aksiyon hikayesi anlatıyor. İyi bir aksiyon sözü veren film, izleyiciyi bilim insanlarını dahi büyüleyen, on yıllardır kurmaca yazarlarının da ilgisini çeken bir dünyaya sürüklüyor: Zamanda yolculuğa.