“Kendine gelmeden, iyiyi doğruyu ayırt etmeden ağzımızdan bir şey kaçırırsak, ağabeyin bu yatakta kalır. Aman Sinan, kurban olayım lafımız birbirini tutsun.”
Sorarsa, “Az önce buradaydı, daha yeni gitti, dayanamadı seni böyle görmeye, diyeceğiz tamam mı?”
O sırada Mecnun’la göz göze geldi Sare Hanım. Suçüstü yakalanmış ama bunu belli etmemeye çalışan bir çocuğun ne olursa olsun inkara hazır korkusu yerleşti yüzüne o anda.
“Kim gitti anne?”
Sare Hanım ve kardeşi Sinan birbirlerinden kaçırdılar bakışlarını, bekledikleri ama zamansız yakalandıkları soruya, bir diğeri cevap versin istiyordu ikisi de...
Selma nerede?
Tekrar etmedi soruyu Mecnun, sustu ama sessizliğindeki sabırsızlık gizlenilebilecek gibi değildi.
“Selma” dedi Sare Hanım acemi bir önemsemezlikle. “Çok ısrar ettim gitsin diye. Çok yorgundu kızcağız. Günlerdir başında bitkin bekledi. Tabii sen fark etmemişsindir. Yastığını düzeltelim mi canım? ”
Bir yandan eliyle Mecnun’un sırtını kontrol etti hızlıca, “Bak gördün mü, sırılsıklam olmuşsun yine, değiştirelim şu fanilayı da. Sinan şuradan fanilaya uzansana oğlum“.
Kurulmuş bir pikabın çalışı gibiydi sesi, annesini duymamış gibi yaptı Mecnun.
“Sinan, Selma nerede ? “
“Az önce... “
Ağız birliği edileceğini duyduğu şeyi bir kez de Sinan dan duymak istemedi Mecnun, sözünü kesti Sinan’ın “Selma’yı görmek istiyorum.”
Sinan keyifsizce, “Biraz rahatsız abi.”
Hafızasında Selma’ya dair kalan son şey, o çatışmada yaralanmadan üç gün önce yaptıkları telefon konuşmasıydı.
“Çok özledim, bildiğin gibi değil” demişti Mecnun
Susmuştu Selma.
Mecnun, O’nun sadece nefes alışverişlerini duymuştu ama içinden bunaltan bir huzursuzluk da geçivermişti üstünde düşünmek istemediği.
Yokluğunu düşünmek
Selma o sessizliği gülünç bir şekilde geçiştirmişti. “Ha unutuyordum az daha Mustafa abinin oğlunun askerliği oraya çıkmış. Senin telefonunu istediler, verdim”.
İçine engel olamadığı bir burukluk gelip oturdu. Selma’daki tuhaflığın üstünde durmadı, durmak istemeyeceği kadar eli kolu bağlıydı.
Duygularını kolay kolay belli etmeyen bu kız, özlemini de, acısını da, mutluluğunu da kolay kolay dile dökmezdi. Bunun zayıflık olduğunu düşünürdü. “Yaradılış” derdi. “Erkek çocuğu gibi yetiştirmişler beni, sevmiyorum içimdekileri öyle bir anda dışarı dökmeyi”.
Bir an Selma’nın yokluğunu düşündü Mecnun, beyninin uyuştuğunu hissetti. Kalbine kızgın bir şiş sokulup çıkarılmış gibi derinlerinde bir ağrı...
Selma’nın her şeyi içine attığı, bunca özlemi, sevgiyi bir koza gibi içinde saklayan naif, kırılgan bedeni kaldıramamıştı Mecnun’un acısını, söylenmeyen şey, o sır buydu demek ki... Hırıltıya dönüşen sesi ona nefes almakta zorluk çektiğini hatırlattı...
“Nesi var! Ne oldu?”
Sinan annesine verdiği sözü tutmanın anlamsız olduğunu düşündü ve bir anda bitmesini istedi o işkencenin.
Harfleri, bir yokuştan aşağı yuvarlar gibi ona doğru itti:
“Selma hiç gelmedi ağabey”.