Yeni Kuantum Anlayışı
Güneşin içindeki ısı enerjisi çok güçlü bir ışığa dönüşerek uzay boşluğunda henüz “tam” olarak bilemediğimiz bir biçimde hareket ederek dünyamıza ulaşır. Yerküremizde de değdiği noktada canlılara hayat veren ışık ve tekrardan enerji şeklini alarak yaşamın devamlılığını sağlayan bir kaynak olur.
Bu aslında parçacık – kuantum teorisinin de küçük bir yansımasıdır. Bize çok önemli bir referans verir.
Kaynak, iletim, yansıma ve dönüşüm.
Her parçacık aslında kaynağından gelen özü taşır. Spritüel anlamda çok derin bir imgesi vardır. Tanrı’nın (sevginin) küçücük bir yüreğin içine sığması gibi... Kaynaktaki enerji ne kadar büyük –sonsuz- olursa, parçanın enerjisi de o derece büyür, güçlenir, devamlılık gösterir ve tekrardan yansır.
Kaynak aynı zamanda “çekim” merkezidir.
Kütlesi olan bütün maddeler bir çekim yaratır. Kütlesi daha büyük olan küçüğü çeker. Ay, dünyanın; dünya da güneşin çekim alanı içindedir.
Maddenin diyalektiği “düşünce” de bütün bu yasalara uyar. Son birkaç yıldır iyice popülerleşen “çekim yasasının” temelinde benzer ilişkiler kurulur. Maddenin mi düşünceyi düşüncenin mi maddeyi etkilediği, belirlediği felsefenin en temel tartışması, uzlaşmaz çelişkisidir.
Ben bu temel tartışmanın içinde kendime merkezde bir yer buldum. Maddenin kusursuz yapısından onun büyük bir düşüncenin ürünü olduğu ancak o düşüncenin de kendisini madde yoluyla tanımlayabildiği veya ortaya çıkarabildiğine inanıyorum.
Bu bize maddenin içinden düşünce ile ilgili ipuçlarını verirken düşüncenin nasıl işler hale gelebileceğini de madde formu içinde imgeleyebilmemizi kolaylaştırır. Böylece felsefenin en temel ve çözümlenemez çelişkisinin merkezde buluşmasına yardımcı olur.
Birkaç paragraf öncesinde maddenin kütlesi ile çekim gücü arasındaki ilişkisinden söz etmiştik. Düşüncelerin de böylesi güçlü çekim veya ağırlık merkezlerine dönüşmesinin de mümkün olduğunu tarihte yaşanmış fikir hareketlerinden öğrenebiliyoruz.
Tarihin içindeki çok büyük dönüşümlerin hemen arifesinde o tarihin yaşandığı bölgenin yakınlarında, merkezinde önemli fikir, düşünce birikimlerinin oluştuğunu görebilir, tespit edebiliriz.
19. yüzyılın sonuna kadar bizim yaşadığımız ve adına Ortadoğu dediğimiz coğrafyanın dünyaya egemen, hegemonal bir yer olduğunu görüyoruz. En yaygın inanç sistemlerinden tutun da, en büyük siyasi oluşumlar, kültürler, bilim ve devrimler bu veya bunun etkisi altındaki yerlerde olmuştur.
Örneğin Anadolu’nun Türkler’in egemenliği altına geçmesinin hemen öncesinde çok önemli düşünce adamlarının burada yaşadığını ve birleştirici etki yarattığını biliyoruz.
Fransız Devrimi’nin geri planında çok büyük bir aydınlanma hareketi vardır. Onlarca filozof, bilim adamı, sanatçı yüzyıllar boyunca Fransız Devrimine yol açan hareketin üstyapı kurumunu kurmuşlardır.
Bunun tersinin de doğru sonuçlar verdiğinin altını çizmeliyiz. Bir bölgede gerileme, kargaşa, savaş varsa o veya mücavir alanında tam bir düşünsel zafiyet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün dünyanın en problemli bölgelerinin temel sıkıntısı bir anlamda cehalet, insanların düşüncelerini kullanmaktan uzaklaşması ya da bununla ilgili sürekliliğe sahip olamamasıdır. Afganistan, Pakistan, Irak, İran, Ortadoğu’nun hemen tamamında yaşananlar söylemek istediğim şeye örnek oluştururlar. Bundan yaklaşık bin yıl önce her şeyi ile medeniyetin beşiği olan bu coğrafyalarda yaşanan maddi fakirliğin üstünde düşünsel anlamda da fakirleşme vardır.
Çekim yasasının “bireysel” duruşuna biraz uzak duruyorum. Özellikle de çekim yasasının para ile olan ilişkisinden rahatsızlık duyuyorum.
Bugün bireysel kurtuluşun devasıymış gibi sunulan bu tür yaklaşımların çoğulculuktan uzaklaşmasıyla, çekim yasasının birbiri ile çelişen küçük ve bencil çıkarların çatışma alanına dönüştüğünü görebilmeliyiz.
Güneş-ışık imgesine geri dönebilirsek, o bitmek tükenmek bilmeyen enerji kaynağının yapısının maddi olarak büyük bir karmaşaymış gibi görünmesine rağmen birlikte uyum içinde çalışmasının büyük bir önemi olduğuna inanıyorum.
Bunu yazdığımızda tek tip düşünce, herkesin aynı şeye inanması gibi yol olduğunun anlamı çıkarılmamalıdır. Birbiriyle rahatlıkla “düşünsel platformda” çatışabilecek ancak insanlığın hizmetinde olan fikir hareketinin gücünü hatırlamak faydalı olacaktır.
Yaşarken şahit olma sıklığının giderek takip edilmez hale geldiği felaketlerin “maddi ve düşünce” dünyamızda yarattığımız bencillik ve fakirleşmeden kaynaklandığını hemen hepimiz farkındayız. Ancak bu bizde rahatsızlık yaratıyor olsa da sanki çaresizmişiz gibi davranmayı, görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.
Kuantuma göre içimizde küçük de olsa bir inanç kırıntısı-parçası taşıyorsak bu bize çok daha büyük ve güçlü umut verici düşüncenin haberini verebilmelidir ki onun varlığından da haberdarız. O küçük parçacık kuşkusuz “tek” bir varoluş da değildir.
2005-2009 © http://indigodergisi.com