Deniz Seki ile Liman Lokantası’nda buluşuyoruz... Saçını bile fönletmemiş.
Bu doğallığı hoşuma gidiyor.
İnsanın gözünün içine uzun uzun bakıyor. Bazen gözbebeklerine hüzünlü gölgeler düşüyor.
Evet, biraz ürkek duruyor, evet biraz temkinli. Bazı konularda fark ediyorsunuz ki hâlâ patinaj çekiyor.
Ama bazı konularda başka bir boyuta geçmiş, kendi üzerinde çalışmış ve kendini ikna etmiş. Ben de kötü gazeteci olarak, Hüsnü de Hüsnü deştim deştim, hatta işe yatılı okul, baba sevgisi eksikliği, ilk evlilik ve Okan Bayülgen’den girdim. Çünkü ben hiçbir şeyin birdenbire olmadığına, birike birike bir yerlere geldiğine inanırım. O yüzden biraz zorladım.
İşte karşınızda Deniz Seki...
Babanla ilişkilerin nasıldı?
- Hayrola, bu sefer Freudien bir röportaj mı yapacaksın benimle?
Valla, bütün röportajlarını okudum, biraz da geçmişle ilgili şeyler sorayım diyorum, belki bazı şeylerin cevabı geçmişte gizlidir...
- Babamla mesafeliydi ilişkilerim. Despot bir adamdı. Annemle ilişkilerime gelince iyi Ayşe, çok iyi, hele bu son dönemi annemsiz asla geçiremezdim.
Ailenle aynı şehirde yaşamana rağmen seni yatılı okula yolluyorlar. Biraz tuhaf geldi bana. Onlar Maçka’da, sen Çamlıca Kız Lisesi’nde, karşıda...
- Ben istedim yatılı okumak...
İnsan niye yatılı okumak ister?
- 11 yaşındaydım. Ortanca kardeşim yeni doğmuştu, evde bir gürültü vardı. Ders filan çalışabilmem mümkün değildi.
Kaç sene onlardan ayrı yaşadın?
- 7 sene. Sadece hafta sonları gördüm. Ama memnundum hayatımdan. Sürekli, “Deniz kardeşine bak, Deniz kardeşinle ilgilen...” diyorlardı, artık öyle bir şey yoktu. Bir de anne-baba evde didişiyordu, o hikayeden de kurtulmuştum. Yatılı okul, bir kaçıştı.
Olumsuz herhangi bir şey hatırlamıyor musun peki?
- Yalnızlık. Kesif bir yalnızlık. Yatılı okul dediğin böyle bir şey. Ama ben zaten öyle bir tipim. Hep biraz ayrık otuyum.
Peki 11 yaşında ailen seni aynı şehirde yatılı yolladığında, “Bunlar beni başlarından atıyorlar!” diye düşünmedin mi hiç?
- Yok hayır. Zaten annem istemedi, babam diretti. Benim, tuttuğunu koparan bir kız çocuğu olduğumu biliyordu, ama çok el bebek gül bebek büyütülmüştüm, bence daha güçlü olmam ve kendi ayaklarımın üzerinde durabilmem için böyle bir şeyi tercih etti. Şimdi düşünüyorum da, kendi çocuğumu o yaşta yatılı yollar mıyım diye...
Yollar mısın?
- Bilmem, seçimi ona bırakırım. Yalnız olmaya orada başlıyorsun aslında...
E bu iyi bir şey mi?
- İyi demiyorum ama kötü de demiyorum, benim gerçeğim bu. 11 yaşında yatılı okula gittim diye ne kadar yara aldım bilmiyorum. Bu işin iki tarafı da var: Yalnızlık ama aynı zamanda müthiş bir özgürlük. Kendi düzenin var, kimseye hesap vermiyorsun, her şeyi arkadaşlarınla paylaşıyorsun. Benim çok sıkı, çok katı bir babam vardı, 6’yı 5 geçe eve giremezdim, kıyamet kopardı, belki de biraz nefes almak istedim.
O yüzden mi gittin lise biter bitmez evlendin...
- Evet Ayşe. Çünkü her şey ve erkekler yasaktı. Her şey babadan gizli yapılırdı. Ben de becerikli bir çocuktum, bir sürü yeteneğim vardı, küçücük yaşımda bütün şarkıları biliyordum, dans ediyordum, kendime ait bir dünya yaratmanın peşindeydim, hayallerini kurduğum işi yapabilmenin... Ama baba engeli var, hiçbir şeye izin vermiyor, nasıl yapacağım? Bir adamla evlenir, baba baskısından kurtulursam yaparım diye düşündüm. Çünkü konservatuvara gitmek istedim, yollamadı, onu yapmak istedim olmadı, bunu yapmak istedim olmadı. Ben de şansımı denemek için bir takım başka kapılar araladım. Yanlış kapılar da aralamış olabilirim. Nitekim evliliğim öyle bir şeydi, yanlıştı, saçmaydı, yürümeyeceği baştan belliydi...
Ne kadar sürdü?
- 1.5 sene. Sonra kös kös eve döndüm. Erkeklerle çok sağlıklı ilişkiler kurduğum da söylenemez.
Erkeklerde aradığın ama bulamadığın neydi?
- Aradığım özel bir şey yoktu ki. İstediklerimi hayata geçirebilmem için benim başka şansım yoktu, anlatabiliyor muyum? Evlenmeden birlikte filan yaşayamazdım, babam müsaade etmezdi. Çaresizlik hali...
Ailen sana, “sen” olma şansı vermemiş...
- Öyle deyip, onları incitmeyelim. Zaten babam hayatta değil artık; ben, ailemin içinde tuhaf başka ruha sahip bir çocuktum. Zaten o yüzden sanatçı oldum. Yapmak istediğim şeyleri bir an evvel yapabilmek için de gittim evlendim. Bu ülkede sırf bu sebeple evlenen milyonlarca kadın var.
Peki sen, “Ben erkeklerle neden istediğim gibi sağlıklı ilişkiler kuramıyorum” diye düşündün mü?
- Düşündüm. Çünkü ben her şeyi çok hesapsız yaşadım. Bende fedakârlığın dibi yoktur. Bir de gereğinden fazla vericiyim.
Erkekleri kanatları altına alan biri mi oluyorsun sonunda? Anneleri gibi mi.
- (Gülüyor) Olabilir bak... Hatırlamıyorum... Hatırlamak da istemiyorum... Şu anda yeniden doğdum. Evet yanlış ilişkiler, yanlış sevgi yatırımları yaptım ve bugünlere geldim. Bir de benim, ilişkileri herkesin gözünün önünde yaşamak gibi bir talihsizliğim vardı. Ama elden ne gelir? Ülkeyi terk edecek halim yok!
Bu sanki sadece Hüsnü Şenlendirici ile başlamadı, Okan Bayülgen’le de böyleydi. Belki de vazo ilk orada kırılmıştır, ne dersin?
- Geçmişi kurcalamayalım derim...
AŞKA BORCUMU ÖDEDİM
Senin bütün ilişkilerini adım adım biliyorduk... Hep zor, arıza adamlar, hep arada kalan, hırpalanan bir kadın... Ve her şey, herkesin gözü önünde...
- Evet. Ama yaşandı bitti işte...
İyi de bir takım şeylerin başına neden geldiğini bilmiyorsan, bundan sonrası için nasıl önlem alacaksın...
- Ben aşka haddinden fazla borç ödedim. Ben aşk için yaşadım. Ve dönüp baktığımda ne adamlar, ne ilişkiler, ne aşk... Şunu fark ediyorum... Ben bütün bunları daha iyi şarkı yazabilmek için yaşamışım. Kendime hep bu yüzden ıstırap çektirmişim. Kendimi bu kadar ikinci, üçüncü plana atmış olmam, gerçekten daha iyi şarkılar yapabilmek için...
İnanıyor musun gerçekten bu söylediklerine...
- Evet...
Bu, devam etmek için kendine uydurduğun bir yalan olmasın sakın...
- Hayır. Sahici adlı albümümdeki şarkıları dinliyorum, o kadar tüylerim diken diken oluyor ki. Gerçi o albümü de öksüz bıraktım, üzülüyorum... “Oraya” girmeden yazdığım şu şarkının sözlerine bak: “Ne içim kaldı ne dışım/ sanki artık ben bir kışım/ güneşi özlemek nedir bilemezsin/ burası soğuk, üstünü örtmeden uyuyamazsın...” Sonra “Zirve” diye bir şarkı yazmışım, “Sahici” diye bir şarkı yazmışım, “Canımın Acısını Bir Ben Bilirim” diye bir şarkı yazmışım. O kadar acıtmışım ki kendimi...
Bunu biliyoruz, çünkü seni hırpalayan, oradan oraya çarpan bir ilişki yaşıyordun o sırada...
- E çünkü adı konmayan bir ilişkiydi, çünkü kimliği olmayan bir ilişkiydi, çünkü belirsizlik vardı, bu belirsizlik de beni çaresizliğe itti...
Ne demek istiyorsun?
- Türk toplumuna aykırı gelen, Türk toplumunun kabul etmediği bir ilişki yaşadım. Ve bedellerini ödedim. Ödettiler...
Geldiğin nokta burası mı?
- Evet tabii. Türkiye, benim ailem. Tamam ben bir sanatçıyım, ama şapkamızı önümüze alıp konuşalım, bu ülkede her şeyi istediğin gibi yaşayamazsın...
Yani şu mu: “Evli bir adama aşık olmamam lazımdı, onunla birlikte olmamam lazımdı...”
- Evet. Türk toplumu bana evli bir adamla ilişki yaşatmadı...
Sen ne zamandan beri toplumu takıyorsun? Aşksa aştır, yaşarsın, kime ne? Milyonlarca insan, evli adamlara, evli kadınlara aşık oldu...
- Başkalarını bilemem, ben toplumu takmak zorundaymışım. Yıllarca fiziğimle konuşuldum, kendi şarkılarını kendi yazan bir kadın olduğum sonradan anlaşıldı, müzik alanında kendime bir dünya yarattım, başarılıydım da. Belki de bütün bu özelliklerin aynı insanda toplanması milletin sinirine dokundu, bilemiyorum. Nedenini, niçinini düşünmek de istemiyorum. Ya toplumun onaylamadığı bu ilişkiyi yaşamamalıymışım, ya da bu işi yapmamalıymışım. Sen ne dersen de, ben Türk toplumunun onaylamadığı bir ilişkide ısrar ettiğim için kendimi yaktım... Bu kadar basit....
Belki de seçtiğin adam yanlıştı!
- İyi de aşk bu, neyin doğru neyin yanlış olduğun nereden bileceksin. Bu ilişkide erkek ben oldum. Yeter artık!
Senin hayatını kaydıran evli bir adama aşık olman değil, yanlış bir adama aşık olmandı...
- Ben kendimi koruyamadım. Sadece bu son ilişkimde değil, hiçbir zaman koruyamadım. Bir sanatçının stratejisi olur değil mi, projeleri filan, bende yok öyle şeyler, başıma ne geldiyse bu yüzden geldi. Ama artık değişmek istiyorum, benim sevenlerim var, hayranlarım var, sorumluluklarım var, benim için kapılarda ağlayanlar, bana mektuplar yazanlar var. Bu insanlar benim müziğimi dinliyorlar, hiç tanımadan hayatlarına alıyorlar. Aşkı-maşkı bırak, her şeyden önce bu insanlara verecek bir şeyimin olması gerekiyor. Şu anda beni yüzmeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi düşün...
Ama epey zaman oldu artık cezaevinden çıkalı...
- O kelimeyi kullanma lütfen...
Tamam ama bu ruh halinden çıkman gerekmiyor mu artık? Sürekli “içerisini” anlatıyorsun, sürekli “içerideki” ruh hali... Artık çıktın sen... Dışarıdasın...
- Öyle olmuyor. Kolay olmuyor. Şu anda çocuk gibiyim, yüzmeyi yeniden öğrenen bir çocuk gibi...
YOK ARTIK ÖYLE BİRİ
Hüsnü’yle bir daha karşılaştın mı?
- Hayır.
Hiç düşündün mü, “Karşılaşsam ilk edeceğim laf ne olurdu?” diye...
- Düşündüm. Ama o bana özel...
Gözünün içine nasıl bakacağı aklına geldi mi?
- Boş ver ya, yok artık öyle biri...
Onunla ilgili haberleri okuyor musun?
- Hayır, okumuyorum, ilgilenmiyorum.
Şu anda hangi dönemindesin?
- Kendimi yeniden yaratma... Ve çok sancılı.
Esas olarak neyi anladın?
- Ben bir melek değilmişim, kulmuşum... Her insan gibi hata yapabilirmişim... Hayat da, yaşadığımız hayattan ibaret değilmiş, çok ama çok derin ara sokakları varmış... Ve yanlış sevgi yatırımları insanın hayatını kaydırırmış... Şimdi ise sevgi yatırımı bile yapmaya korkuyorum...
Hüsnü’nün yerinde olsaydım...
Cezaevinin önüne çadır kurardım, açlık grevi yapardım...
Aslında hepimiz merak ediyoruz: Hüsnü’ye karşı ne hissediyorsun? Öfke mi, umursamazlık mı, kayıtsızlık mı, kin mi, nefret mi, boşluk mu? Ne?
- Bunlar geçmişte kaldı, ben de o geçmişi unuttum...
Sen ne hissettin ya, “Aşk-meşk bir yana, bu adam, yol arkadaşım beni sattı” gibi hissetmedin mi?
- Bu ilişkideki erkek bendim... Bendim çekip çeviren... Ve o, beni yarı yolda bıraktı... Buysa duymak istediğin...
Hayır, daha fazlasını duymak istiyorum. Bir kadın ne hisseder? Bunu anlat bana...
- Bu konuyla ilgili konuşmak istemeyecek kadar kırgınım... Bu aşk yanlıştı, yanlış olduğunu bile bile sonuna kadar gittim... Adımın Deniz olduğu gibi, en derinini, en dibini gördüm. Boyumun ölçüsünü aldım...
İyi de sen bu süreçte ne hissettin?
- En kötüsünü... Ben iki kişi yürüyoruz zannediyordum, meğer tek başına yürüyormuşum. Ben içimdeki “erkek Deniz”e sığınmak durumunda kaldım, çok ciddi bir yalnızlık duygusu, tokat gibi...
Ya Hüsnü’nün başına aynı şey gelseydi...
- Dalga mı geçiyorsun! Ben olsaydım, cezaevinin önüne çadır kurardım, açlık grevi yapardım... O ya da başka bir erkek için, ben aşkıma sahip çıkardım... Ama bunları söylemek bile iyi değil, ben yeni bir sayfa açmaya çalışıyorum, içimde kıymetini bilmeye çalıştığım, barışmak için akla karayı seçtiğim bir Deniz var, en son istediğim şey tekrar polemiklere malzeme olmak...
En en en çok sana ne koydu?
- Sevgisine sahip çıkmadı, yazık...
“Barıştılar” gibi laflar ortalıkta dolandı...
- Yalandı...
Hiçbir şekilde telefonla bile mi konuşmadınız mı?
- Hayır. Hiç.
İçerdeyken... “Ziyaretçin var Deniz...” dediklerinde, bir ihtimal odur belki diye kapıya koştuğun olmadı mı?
- Olmaz mı? İnsanım ben, kadınım, yaralıyım, tabii ki oldu...
Ama gelmedi...
- Gelmeye çalışmış, gelememiş...
O saç kesmeler, ona yollamalar...
- Yalan.
Kim çıkarıyor?
- Ben nereden bileyim.
Kafandan şunlar geçiyor mu: “Karısının ahını aldım...”
- Gözünü seveyim buralara girme, her şeye yeniden başlarız, bana kötülük yaparsın, ben oraları çoktan geçtim... Bu adam konusunda da tertemizim artık. Bitti, izi bile kalmadı.
Bir daha birine kolay teslim olacağını düşünüyor musun?
- Of Ayşecim, bundan sonrası ömürlük olsun istiyorum.
Ona nasıl karar vereceksin?
- Bilmiyorum. Belki de hiçbir ilişkiye girmeyeceğim.
Kendini geri mi çekiyorsun?
- Hem de nasıl... Güya aşk kadınıyım... Korkuyorum ve çok kırgınım. Güvenemiyorum. Ne aşka, ne insanlara. Bir de herkesi çok bedbaht görüyorum, mutlu insan az etrafta, temkinliyim. Bir ağaç dikmişsin, sulamışsın, büyütmüşsün, sonra tepeme yıkılmış. Ama söylüyorum, suçlu varsa o da benim, kendimi korumadan yaşadım, hesapsız, kitapsız, teslim oldum...
Ola ki aşk kapını çaldı, nasıl bir aşk istersin...
- Bundan sonra anne olmak istiyorum. Kalbime sokacağım insanın, çocuğumun babası olmasını istiyorum. Zor gözüküyor. Olmazsa da, o defteri tamamen kapatacağım. Onun için kendime bir zaman koydum.
Maddi olarak ne durumdasın?
- E çok parlak değil. Maddi manevi hayatımı yeniden yapılandırmaya çalışıyorum. Daha yeni yeni kendimi ayağa kaldırıyorum. Nisan gibi yeni albümüm çıkacak. Ama insanın “gönlü aklına yetmemiş” hali şarkılara iyi geliyor, orası kesin. Daha derin duygulu şarkılar var yeni albümde.
TEYP OLMADIĞI İÇİN YENİ ŞARKILARIMI CEZAEVİ ARKADAŞLARIMA EZBERLETİYORDUM
İçerideki arkadaşlarınla görüşüyor musun?
- Elbette. Onlar benim için çok önemli. Hepimizde, birbirimizin telefonu var. Haber geliyor. Ya da tahliye olanları görüyorum. Yardımcı olabilirsem oluyorum, biri işe girmek istiyordu, bir şekilde denk düştü, yardımcı oldum. Acayip maceralarımız var birlikte. Teyp olmadığı için yazdığım şarkıları onlara ezberletiyordum.
Nasıl yani?
- Şarkının bir bölümü ortaya çıkınca, o bölümü ezberletiyordum. Bir zaman geçiyordu, “Söyle bakalım” diyordum, eğer unutmamışsa, mırıldanabiliyorsa, “Tamam” diyordum, “Şarkı tutmuş!”
İçeride konser filan veriyor muydun?
- Tabii tabii. 5’li gruplar halinde mini moral konserleri. İçerisi çok başka bir yer, sana daha önce de anlattım. Çok daha gerçek. Bu hayatla, oradaki hayat o kadar birbirinin zıttı ki. Biz burada, çok ama çok şeye sahipken, onları elimizin tersiyle itip, küçücük şeyleri kendimize dert ediyoruz. Orada ise, o küçücük şeyler seni mutlu ettiği için, kocaman şeylere karşı dağ gibi durabiliyorsun. Bir de orada insanın kafasına ne dank ediyor biliyor musun? Evet, kadınlar bir kusur işleyip oraya girmişler. Ama inan hepsinin sorumlusu, seçtikleri yanlış adamlar. Yanlış sevgililer, yanlış ilişkiler, yanlış evlilikler...
“Hiç çıkamayacağım” gibi hissettin mi?
- Sanki hep orada yaşıyormuşum, orada doğmuşum ve orada ölecekmişim gibi hissettim...
Hâlâ bir korkun var mı? Alıp götüreceklermiş seni gibi...
- Yok öyle hissedersen yaşayamazsın.