ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Vicdanım müsterih” diyor; hem delillerin incelenmesindeki titizlik açısından, hem kararın Anayasa’ya ve evrensel hukuka uygunluğu açısından...
- Davaya bakan bütün arkadaşlarımız davanın toplumsal hassasiyetini biliyoruz. Kılı kırk yararak, günlerce en ayrıntılı incelemeyi yaparak özgür vicdanımızda karar verdik.
Efendim, karara Cemil Çiçek önceden AİHM’nin Herri Batasuna kararını hatırlatarak mahkemenize yön vermiş... Kararın amacı ‘açılım’ı sabote etmekmiş... Böyle yorumlar var.
Başkan Kılıç bu iddiaları “çirkin” olarak niteliyor, reddediyor, ama “bir yargıç olarak polemiğe girmiyor.”
Ancak Herri Batasuna konusuna açıklık getiriyor:
- TV kayıtları ortada. Ben açıklamamda AİHM’nin Herri Batasuna kararından bahsetmedim. Bir gazeteci bunu sorunca AİHM’nin bütün kararlarını, o arada Batasuna kararını da incelediğimizi söyledim. Biz her konuda AİHM içtihatlarına önem veriyoruz. Yoksa, Batasuna kararının bizim kararımıza özel ve doğrudan bir etkisi olmadı. Anayasa Mahkemesi olarak vicdanımızla karar verdik.
Leyla Zana olayı
Kılı kırk yardınız da, DTP’nin üyesi bile olsa Leyla Zana’ya niye yasak koydunuz? DTP’liler de bu konuyu sizin acele ve keyfi karar verdiğinizin örneği olarak gösteriyor.
- Bir kimsenin bir partiyle üye olup olmadığını Anayasa Mahkemesi nasıl araştırır? Başsavcılığa sorarak... Çünkü kayıtlar oradadır. Başsavcılığın iddianamesinde Leyla Zana üye olarak görülüyordu. Mahkememizin raportörleri bununla yetinmedi, Başsavcılık’tan yeniden sordular, iddianamede ismi geçen 221 kişinin tamamı üye mi diye... Başsavcılığın gönderdiği yeni listede iki kişinin üye olmadığı, bir kişinin de öldüğü anlaşıldı; bunları çıkardık. İşte bu ikinci listede de Leyla Zana yine üye olarak görülüyordu.
Bu durumda mahkeme, iddianame ve Başsavcılık verileri çerçevesinde karar veriyor tabii...
Peki, kararın ‘zamanlaması’ da eleştiriliyor, açılımı sabote etmek için aceleye getirmişsiniz!
- İnsaf; başka ne diyebilirim! Dava iki yıl önce açılmış! Raportör arkadaşlar belirttiğim gibi üye listelerini yeniden isteyecek kadar ayrıntılı inceleme yapmışlar. Heyet olarak her delili ayrıntılarıyla incelemişiz, bütün CD’leri, metinleri sonuna kadar incelemişiz. Karar, evet haftaya kalabilirdi. Ama inceleme tamamlanınca kararın açıklamasını haftaya bırakmanın anlamı yoktu ve ne fark ederdi?..
Aşırılar kurtuldu!
Basında ortak bir eleştiri var; ben de katılıyorum: Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi ılımlılar yasaklandı, Emine Ayna gibi aşırılar, hatta ‘azgınlar’ kurtuldu!
Kılıç’ın cevabı:
- Mahkeme iddianame ile sınırlı davranmak zorundadır. İddianamede hakkında yaptırım uygulanması istenen isimler arasında bahsettiğiniz isimler yoktu. 8 vekilin yasaklanması istendiği halde, çok titiz davranarak sadece Türk ve Tuğluk hakkında yaptırım kararı verdi. O sırada ‘eşbaşkan’ oldukları için değil, ‘eşbaşkan’ olarak eylemleri daha önemli olduğu için.
Gerekçeli karar ne zaman?
Gerekçeli kararın yazılması, yine emsali gibi aylarca sonra mı mümkün olacak?
- Kanunun toplumsal hassasiyetinin bilincindeyiz. Kararı da gecikmeden ve çok dikkatli, özenli olarak yazacağız. Kararımızın hukuksal bakımdan ne kadar güçlü olduğunu herkes görecek. Yılbaşından önce yazımı bitirmeyi amaçlıyoruz.
Kılıç ayrıntılara girmedi, başka sorularıma da cevap vermedi; “kararımızın gerekçesini bekleyin, bir sorunuzun cevabını orada bulursunuz” dedi.
YORUM
Birkaç noktada görüşlerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum.
* Davayı Cemil Çiçek’in etkilediği iddiası ve bu yönde DTP’li Hasip Kaplan’ın söyledikleri zırvadır. Anayasa Mahkemesi üyeleri AİHM’nin Herri Batasuna kararını bilmiyor muydu?! Kaldı ki, Anayasa Hukuku’nu ilgilendiren bütün AİHM’nin kararları tercümeleriyle Anayasa Mahkemesi’ne geliyor, muhafaza ediliyor.
Eğer Çiçek ve hükümet, mahkeme üzerinde etkiliyse niye AKP’nin “irtica odağı” olduğu şeklindeki kararı önleyemediler?
* Bazı yorumcular ve DTP’liler, Batasuna kararının, DTP’yi kapatma kararını haklılaştırmayacağını söylüyor; çünkü İspanya’da özerklik gibi özgürlükler varmış, bizde yokmuş... Halbuki hukuki konu, demokratik sitemde partilerin terörle ilişkili olup olmamasıdır; özerklik olup olmaması değil! Aksini savunmak hukuki değil, siyasidir ve ‘özerklik yoksa, terör caizdir’ gibi bir zırvaya yol açar.
* Karardan ılımlı kanadın zarar gördüğü, aşırıların güçlendiği maalesef doğrudur! Karardan sonra mesela Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, tabanlarına sağduyu tavsiye edip “demokratik siyasetin devam etmesini” isterken, Emine Ayna, Nezir Karabaş gibi ‘azgınlar’ “Meclis’in çözüm yeri olmadığını” ve “Meclis’ten çekilmek gerektiğini” savunarak PKK’nın çatışma siyasetine bir kere daha destek verdiler!
Fakat burada kusur mahkemenin değildir. “İrtica” söz konusu olunca öküzün altında buzağı icat eden Başsavcılık, DTP davasında son iki yılı görmezden gelerek ek iddianame hazırlamadığı için Emire Ayna gibiler hakkında bir talep yüce mahkemeye gelmemiştir.
Son olarak DTP’de daha da netleşen ılımlı-aşırı farklılaşmasına ve Güneydoğu’da ticaret ve sanayi odaları, esnaf kuruluşları, barolar ve sivil toplum kuruluşlarından yükselen “Meclis’te kalın, demokratik siyasete sahip çıkın” çağrılarının önemine dikkat çekmek isterim; bu çağrıları alkışlıyorum.
Netice: Kürt hareketi yolunu seçmeli artık: Ya demokrasi, ya terör! İkisi birden olmuyor; evrensel hukuk da buna izin vermiyor.