İnsanoğlu, asırlar boyu dışını süslemeye merak sardı. Kâh ipeklere büründü, kâh altınlarla donandı. Ayağına en pahalı deriyi geçirdi, bileğine en nadide saati taktı. Lakin bir türlü anlayamadı ki, kalite denilen o yüce mertebe, ne kumaşın markasında, ne de arabanın son modelinde gizlidir.
Kalite, ruhun derinliklerinden fışkıran bir pınardır. Öyle bir pınar ki, insanın bakışına siner, sözlerine dökülür, tavırlarına nakşolur. Bir mücevher gibi parlar durur çehresinde. Bu öyle bir nurdur ki, ne para ile satın alınır, ne de zorla elde edilir.
Gördüm nice zenginleri, ipek gömleğin içinde çırpınan yoksul ruhlarıyla... Ve nice fakirleri gördüm, yamalı hırkalarının içinde sultan edasıyla yaşayan...
Ey kendini dış görünüşle kandıran insan! Bil ki, asıl servet kalbindedir. Asıl asalet ruhundadır. Ve asıl kalite, Yaradan'ın sana bahşettiği o içsel ışığı parlatabilmektedir.
Öyleyse bırak şu markalar peşinde koşmayı... Önce ruhunu cilala, kalbini parlatmaya bak. Çünkü en kaliteli elbise, en temiz kalbin üzerinde durur. En pahalı ayakkabı, doğru yolda yürüyen ayakta değer kazanır.
İşte budur kalitenin sırrı: Dışta değil, özde aramak güzelliği. Ve anlamaktır ki, en büyük süs, ruhun süsüdür.