Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İslam dünyasında bir dönemin en güçlü liderlerinden biri olarak Türk milletine ve İslam âlemine örnek bir rehber olmuştu. Ama ne yazık ki, yıllar geçtikçe ona atfedilen sözler, yanlış yorumlar ve asılsız iddialarla, onu Müslümanların gözünde çirkin göstermek isteyenler de ortaya çıktı. Bu eleştirilerin temelinde ne yatıyor? Atatürk’ü gerçekten anlamış mı bu insanlar?
Atatürk, İslam’ı hurafelerden uzak, saf haliyle kabul eden bir liderdi. Peygamber Efendimizin (s.a.v) tebliğ ettiği İslam’ı olduğu gibi benimsemişti. Din anlayışı öylesine sağlam, öylesine köklüydü ki, İslam’ın güzelliklerini toplumun her kesimine ulaştırmak için laikliği savundu. Laiklik, onun İslam’ı daha da sağlamlaştırmak için başvurduğu bir kalkan gibiydi; bu sayede din, devletin elinden alınıp bireylerin vicdanlarına teslim edildi. Onun arzusuydu ki, din devletin elinde bir baskı aracı olarak değil, bireyin kalbinde, vicdanında saf bir inanç olarak yer bulsun. Ama bu derin düşünceyi anlamaktan aciz olanlar, onu dine karşı biri olarak tanıttılar, halkın gözünde itibarsızlaştırmak istediler.
Bazı düşünürler, Kur’an’ın peygamberin hayatına, toplumuna uyumlu bir ilahi rehber olduğunu savunmuşlardır. Bu düşünürler arasında Fazlur Rahman, Muhammed Arkoun, Nasr Hamid Abu Zayd gibi isimler var. Onlar, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanmakla beraber, onun bir “gökten inme” metin olarak değil, peygamberin tecrübeleriyle yoğrulmuş bir ilahi rehber olduğunu vurgulamışlardır. İşte Atatürk de benzer bir anlayışla İslam’a bakıyordu. Onun İslam’ı, Hz. Muhammed’in saf haliyle getirdiği o güzel diniydi; hurafelerden arınmış, samimi, içten bir İslam.
Mustafa Kemal Atatürk, camilerde hutbeler verirken, halka seslenirken dinin özünü anlatmaya çalışıyordu. Dinin, hurafelerle değil, bilimin ışığında, aklın ve kalbin rehberliğinde yaşanması gerektiğini savunuyordu. O dönemde, halkın inancına saldırmak değil, inançlarını hurafelerden korumak için mücadele etti. Kuran’ın sade, anlamlı, yaşanabilir mesajını vurguladı.
Atatürk, hayatı boyunca İslam’ın özüyle çelişmeyen bir yol izledi. Evet, medreseler kapatıldı; çünkü bu eğitim kurumları modern dünyaya ayak uyduramayacak kadar geri kalmıştı. Ama İmam Hatipler açıldı, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Yani Atatürk, İslam’ı yok etmeye değil, tam tersine onu daha sağlam, daha anlaşılır, daha saf bir hale getirmeye çalıştı. Ama bu incelikleri, bu niyeti göremeyenler, “gökten indiği sanılan kitaplar” ifadesini eğip büküp, Atatürk’ü din düşmanı gibi gösterdi.
Ne yazık ki, halkı dinden soğutmaya çalışan bazı odaklar Atatürk’ü bahane olarak kullanarak İslam’ın özünden uzaklaştırmak için ona iftiralar attılar. Ama Atatürk’ün İslam’a karşı olan sevgisini, bağlılığını göremeyenler, onun bu ülke için nasıl mücadele ettiğini, halkı bilinçlendirmek için nasıl çalıştığını göz ardı ettiler. Evet, Atatürk, hurafelerle değil, bilimin ve aklın ışığında, Hz. Muhammed’in getirdiği gerçek İslam’ı savundu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak için, onun söylediklerini eğip bükmeden, olduğu gibi kabul etmek gerekir. O, dinin siyasete, şahsi çıkarlara alet edilmesine karşı çıktı. O, İslam’ı milletin kalbinde temiz ve kutsal bir inanç olarak görüyordu.