Ankara'nın o meşhur pastanelerinden birinde oturuyorum. Elimin altında bir fincan demli çay, önümde ise yarım kalmış bir "açma"... Gözlerim duvardaki saatte. Yelkovan ve akrep durmadan dönüyor, tıpkı hayatın çarkı gibi...
• Hayat dedikleri...
Ne garip şu hayat dedikleri... Bir bakıyorsunuz, koşturmaca içinde kaybolmuşsunuz. Sabah işe, akşam eve... Bir de bakmışsınız ki yıllar geçmiş, siz hala aynı telaş içindesiniz. Peki ya kendiniz? O eski "ben" nerede kalmış?
• Pusulayı şaşırmamak...
Eskiler ne güzel söylemiş: "Kendini bilen Rabbini bilir." Ama gelin görün ki, çoğumuz kendimizi bile tanımıyoruz artık. Oysa insan, doğduğu günden beri bir yolculukta. Kimi zaman dalgalı denizlerde, kimi zaman sakin sularda... Ama pusula hep elimizde olmalı, değil mi?
• Adım adım kendine...
Peki ne yapmalı? Önce durup düşünmeli. Hayatımızda bizi biz olmaktan çıkaran ne varsa, onları tek tek gözden geçirmeli. Belki o her akşam gittiğimiz kahve, belki de yıllardır görüştüğümüz ama bize bir şey katmayan dostlar... Hepsine bir göz atmalı.
• İçsel yolculuk...
İnsan kendine dönmeli. Ruhunu, aklını yeniden keşfetmeli. Kolay mı? Değil elbet. Ama gerekli. Çünkü kendini bulmak, gerçek huzurun anahtarı. Hayat bazen yük olur insana. Kimi zaman iş, kimi zaman dostlar, kimi zaman alışkanlıklar... Hepsi birden insanı kendinden koparır.
• Son söz...
Şimdi kalktım, hesabı ödeyip çıkıyorum pastaneden. Ankara'nın o meşhur caddelerinde yürürken düşünüyorum: "İnsan kendine dönmeli, kendini bulmalı." Sahi, siz ne zaman kendinize döneceksiniz?