Son günlerde Esenyurt'ta yaşanan gelişmeler, toplumun bazı kesimlerinde şaşkınlık yaratmış görünüyor. "Ama o bir profesör!", "Akademik kariyeri var!", "Kitapları var!" gibi savunmalar, aslında toplumsal hafızamızın ne kadar çabuk silindiğinin bir göstergesi.
Gelin, yakın tarihimize kısa bir yolculuk yapalım. FETÖ yapılanmasının en kritik noktalarında görev alan, şu an yurtdışında firari konumunda bulunan onlarca akademisyen yok mu? Profesörlük unvanları, rektörlük görevleri, ciltler dolusu kitapları olan bu kişiler, konumlarını nasıl kullandılar?
Unvanlar, diplomalar ve akademik başarılar, kişinin eylemlerini aklamaz. Hukuk karşısında herkes eşittir - ister profesör olsun, ister çoban. Demokrasinin ve hukuk devletinin temeli de budur zaten. Bir kişinin mensup olduğu partinin büyüklüğü veya gücü, onu kanunların üzerine çıkarmaz, çıkarmamalıdır.
"Ama o partili!" söylemi, hukuk devletinin altını oyan en tehlikeli yaklaşımlardan biridir. Partiler üstü olan tek şey, hukukun üstünlüğü ilkesidir. Kim suç işlemişse, hangi makamda olursa olsun, bunun hesabını vermek zorundadır.
Türkiye'nin yakın geçmişinden çıkarması gereken en önemli ders budur: Unvanlar, makamlar, partiler değil; eylemler belirleyicidir. Toplumsal huzur ve düzenin temeli, kanunların herkese eşit uygulanmasından geçer.
Demokrasi ve hukuk devleti, kimsenin dokunulmazlığının olmadığı, herkesin eylemlerinin hesabını verdiği bir sistemdir. Bunun aksini savunmak, kaosa davetiye çıkarmaktır.
Diplomanız, unvanınız, kariyeriniz ne olursa olsun, kanunlar karşısında hepimiz eşitiz. Bu gerçeği unuttuğumuz gün, hukuk devletinin temellerini sarsmaya başlarız.